RUHSUZ KENTLER ve MEDENİYET İHTİYACI

18 Şubat 2016, 12:57
Şehirlerimiz ruhuna malik, medeniyetimiz kadim olsun.

RUHSUZ KENTLER ve MEDENİYET İHTİYACI


Kent, medeniyetle alakalı ve medeniyetin aynası olmak gibi büyük bir anlama haiz. Tarihsel sürece bakıldığında da kentlerin, medeniyet inşa alanları olduğu görülür. Kentler, oluşturulmalarından başlayarak yerleştirme ve düzenleme aşamalarının tamamında, sahip olduğu medeniyeti anlatan ve yorumlayan izler taşır. Şehri meydana getiren mimari, kültürel çeşitlilik, musiki, edebiyat, sanat ve insan, medeniyetin yorumu olarak takdim edilir.


Küreselleşme ile birlikte kentlerimiz, kendiliğinden doğan medeniyet değerlerini, kendine has üslubunu, mütevazılığını kaybederek taş binalara, vitrinlere ve ruhsuz nesnelere dönüştü. Bu süreçte kentlerimiz, kibrini taşıyamayarak çöktü. Medeniyet, basit bir şekilde tanımlanabilecek kadar kolay bir kavram değildir. Braudel’e göre medeniyetin düz bir çizgiden, üçgenden veya kimyasal elementten karmaşıklık anlamında farkı vardır. Medeniyetin karmaşıklığı, içerisinde barındırdığı değerlerin nicelik ve nitelik bakımından zenginliğindendir. Medeniyete varlık ve kimlik kazandıran şey, medeniyetin bileşeni olan toplumun varlığı, tarihi birikimi, kültürü ve sosyal yapısının seyriyle ilgilidir. Şehir ve medeniyetin hususi bağı burada karşımıza çıkar. Etimolojisine bakıldığında Arapça kökene sahip olan kelime, şehir anlamına gelen “medine” kelimesinden türemiştir. Batı dillerindeki karşılığı “civilisation” olan medeniyet kelimesi kök anlamı itibariyle yönetmek anlamına da gelir. Yani medeniyet, hem şehrin kendisi, hem şehrin en temel unsuru olan toplum, hem de şehrin yönetilmesi gibi çoğul bir anlamı da içinde barındırır. 


Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa adını taşıyan eserinde, “muhtevası çağdan çağa, ülkeden ülkeye, yazardan yazara değişen medeniyet mefhumu, dünü, bugünü ve yarınları anlamak ve anlamlandırmak için bir anahtardır.” der. Medeniyeti zihinsel bir tasarım olarak yorumlayan Cemil Meriç, medeniyetin zamanüstü yönüne vurguda bulunur. Mekanüstüdür aynı zamanda medeniyet. Şehirler ve yurtlar tarihselliği içinde yıkılır ve yok olurken, medeniyet kalır ve kurulur. Evliya Çelebi, Osmanlı şehirlerini tarif ederken birtakım nitelemelerde bulunur: “ruhaniyetli şehir” nitelemesi bunlardan biridir. Demek ki şehirler ruh taşıyan cesetler, öz taşıyan posalardan ibaret. Ruhunu yitirmiş bir beden ceset, anlamını yitirmiş bir öz bir kabuktan başka bir şey değildir.


Medeniyetler, ardılı olan topluma bir armağan ve emanettir. Devamcısı olduğunu iddia ettiğimiz Türk-İslam medeniyeti de, var olmuş tüm diğer medeniyetler kadar insanlığa armağandır. Medeniyetler, şehirlerden daha uzun ömürlü olmaları dolayısıyla bir şahsiyete sahiptir. Yüzlerce yıl hüküm sürdüğü halde, nihayetinde yıkılma gerçeğiyle yüz yüze gelmiş şehirler, medeniyet değerleriyle bugün hala ayakta durmaktadır. Tarihimiz ve bugünümüz bunun misalleriyle doludur. Anadolu topraklarının zengin bir medeniyet birikimine sahip olduğu dünyaca bilinen bir gerçektir. Anadolu’da her taşın altından bir medeniyet çıkar. Topraklarımızın hemen birçok yerinde Karahanlı’dan, Gazneli’den, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan, Roma’dan, Hitit’ten eserler mevcuttur ve bu eserler toplamda bir medeniyet anlamına gelir. Türk-İslam medeniyetinin sembolleri arasında imarethaneler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar, çeşmeler, darüşşifalar, medreseler, kümbetler, külliyeler ve buna benzer hayır işlevi gören eserler bulunmaktadır. Medeniyet şehri, sosyal devleti tanımlar.

 

Eğitim, sağlık, inşa, ibadet ve konaklama gibi haklar bizzat şehrin idaresinin vazifesi ve idarenin bir fonksiyonudur. Hayır işlevi gören bu eserler, din ve medeniyet ilişkisini de ortaya çıkarmaktadır. Dini değerlerle bütünleşmiş kadim medeniyetler, barındırdıkları çeşitli hüviyetteki kültürleri asimile etme yoluna gitmez, aksine bu kültürlerin kardeşlik, birlik ve beraberlik içerisinde yaşamalarının yollarını üretir. İslam medeniyeti bu karaktere sahip nadir medeniyetlerdendir. İslam, şehir dinidir, şehirde doğmuştur. Hz. peygamberimiz hicret hadisesi sonrasında Yesrib’in adını Medine olarak değiştirmiştir. Medine şehir demektir ve idareye ilişkin kararların merkezidir.

Medeniyet beşiği olarak nitelendirilen topraklarda gelişen siyasi hareketlilik durumu, kültürel ve iktisadi canlanma medeniyetin şehirler etrafında inşa edilmesi gerekliliğini doğurmuştur. Şehir kültürü medeniyet icabı ve neticesi olduğu halde bugün hızlı bir dönüşüme tabi olan şehir hayatı, medeniyet değerlerini de zedeler hale gelmiştir.

 
Konuya ilişkin tezimin çıkış noktası, özellikle son yarım yüzyıllık, hızına yetişilmeyen dönüşümün şehirlerimizi ve dolayısıyla medeniyete dair değerlerimizi tahrib ederek onlardan uzaklaşmamıza sebep olduğu yönündedir. Farabi’nin “medinetü’l fazıla”sını anımsamak lüzumu doğuyor tam da bu sırada. Medinetü’l Fazıla’da şehirleri ve devletleri ahlaki erdemlere bağlılıkları bağlamında ayıran Farabi, iyi yönetimin ahlaki unsurlarla idare edildiği; kötü yönetimin sapkın ve kolayca değişebilen unsurlarla donatıldığı mevzuuna işaret ederek, şehir ve idarenin aslında medeniyetten ayrı düşünülemeyeceğini anlatmak ister.

 

Günümüz şehirlerine bu nazarla bakıldığında, medeniyetsiz şehirlerin odağına kurulan bir otağ göze çarpar. Bu otağ, modern şehirdir. Hem pre-modern hem modern olmak gibi bir anlamsızlığa sahip. Karakteri yetkinliğe ulaşmamış, karakteri zedelenmiş, karakteri felce uğramış şehirler/imiz. Sokaklarında kablolarıyla dolaşan robotların olduğu şehirlerimiz. Plazaların, çok katlı binaların boğduğu şehirlerimiz. Can kattığını sandığımız ama canımızdan vuran AVM’lere sahip şehirlerimiz. Çılgınlar gibi tüketirken, tükendiğimizi fark edemediğimiz şehirlerimiz. Bizi aldatan şehirlerimiz. Aldatmasına (hayret edilecek bir durumdur) gıpta ettiğimiz şehirlerimiz. Her birimizin kendi ego imparatorluğunu kurmak için savaştığı şehirlerimiz. Medeniyet/i olmayan şehirlerimiz!


Medeniyetine yabancılaşmış, körleşmiş şehirlerimizi yine medeniyet değerlerimiz kurtaracaktır. 


Şehirlerimiz medine olsun.
Şehirlerimiz medeni olsun.
Şehirlerimiz fazıl olsun. 
Şehirlerimiz ruhuna malik, medeniyetimiz kadim olsun.

 

Sümeyye Gülşen SOYLU

Siyaset Bilimci ve Sosyal Politikalar Uzmanı

Diğer Haberler
GÖÇMEN VE MÜLTECİ KADINLARIN SORUNLARI