Yaşar Nuri ÖZTÜRK'e Reddiye20 Ekim 2015, 11:19 |
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'ÜN "KUR'AN'DAKİ İSLÂM" İSİMLİ KİTABINDAKİ YANLIŞLAR
Sayın Öztürk! Birinci kitabımızda bu kitabınızın birkaç bölümünü eleştirmiş; kalan yanlışları da ikinci kitabımızda ele alacağımızı yazmıştık.
Ancak bu arada: Depremin getirdikleri isimli kitabınız çıktı ve daha güncel olduğu için onu da cevaplamak ve oradaki yanlışları da bildirmek durumu öne çıktı.
KUR'AN'DAKİ İSLAM isimli kitabınızda: Önce "S." harfiyle soruyor. Sonra "C." harfiyle de cevap veriyorsunuz.
Burada bazı konuları o kitabınızdan aynen alıyorum:
Hz.PEYGAMBER HÜKÜM KOYAMAZ MIŞ (!)Sayın Öztürk diyor ki:
"Koyar derseniz Hz. Peygamber Allah'ın kulu ve elçisidir. Elçi, temsilcisi olduğu kuvvetin tebliğcisidir. Ortağı değil". (Kur'an'daki İslam s.656)
Kitabınızın bir başka bölümü: "...Kısacası dinde, Allah dışında tartışılmaz ve bağlayıcı hüküm dayanağı, senet kabul edilen tüm kişi, kurum ve kavramlar Allah'a ortak yapılmış şirk aracıdırlar. Kur'an bunlara (ortaklar, yardımcılar, şirk araçları) veya endad demektedir." (Y.Nuri Öztürk Kur'ân'daki İslâm S.303)
Bir başka bölüm: "C. Bu âyet bir ganimet taksiminde hoşnutsuzluk gösterenleri uyarmıştır. Âyet anılan sebeple inmiş olsa da manasının esas olması esastır. Buna göre Hz. Peygamber'in getirdiği, her şey alınacaktır. Onun getirdiği Kur'an'dır. Peygamberimizin yasakladığı her şeyden uzak durma emri, Kur'an dışında bazı yasakların söz konusu olabileceğini akla getirirse de,durum hiç de öyle değildir. Çünkü yasaklamak: Haram ilan etmek yani yetkisini kullanmaktır. Kur'an Hz. Peygambere bile tahrim yetkisi vermediğine göre (bk.Tahrim,â) Hz. Peygamberin yasakladığı şeylerin çerçevesini de Kur'an belirleyecektir." (Y.N.Öztürk Kur'ân'daki İslâm s..513)
Bir başka bölüm: C. Şöyle deniyor: "İhtar açıktır. Hz. Peygambere bile (bir şeyi haram ilan etme) yetkisi verilmemiştir. Bu eser boyunca birçok yerde söylediğimiz gibi, bu yetki ulûhiyetin kendi tekelinde tuttuğu yetkilerdendir. Bu yetkide söz sahibi olmaya yeltenmek Allah'ın kudretine iştirake kalkmaktır ki, Kur'an dilinde bunun adı şirktir. Allah elçileri şirk kokusu taşıyan davranışlara girmekten uzaktır. Son Peygamber'e yöneltilen bu hitap insanlığa tevhit dersi vermek için ilâhi planda tertiplenmiş bir olaya dayandırılmıştır. Yoksa Hz. Peygamber yetkisi kullanmak gibi bir yola asla gitmez".(Y.N.Öztürk. Kur'ân'daki İslâm s.642)
Buna benzer iddialar kitabınızın: 8, 10 ve 328 nci sayfalarında da var. Fakat bu kadarla yetindik.
Sayın Öztürk! Yukarıdaki ifadelerinizden şu anlaşılıyor. Sanki karşınızda suç işlemiş bir çocuk var; suçun büyüklüğünü, ehemmiyetini ve kötülüğünü onun yanındakilerine anlatıp, "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla," der gibi. Sonradan da, "yok canım o bunu yapmamıştır" tavrıyla önce Kâinatın efendisi, Rahmeten lil-âlemin olan Peygamberimizi (s.a.v) suçlayacaksınız. Sonradan da; çocuk teselli ve terbiye eder gibi; "O bunu tahrim maksadıyla yapmamıştı" diyeceksiniz.
Sizin maksadınıza alet etmek istediğiniz Tahrim Suresindeki ayetlerin önce sebebi nüzulünü yani iniş sebebini görelim ve bu olayın peygamberimizin yalnız zatıyla ilgili olduğunu, başkalarını kapsamadığını görelim.
"Hz. Peygamber zevcelerinden birinin (Zeyneb'in) evinde bal şerbeti içmiş ve bu yüzden onun yanında biraz fazla kalmıştı. Bu durumu kıskanan iki zevcesi (Hafsa ile Ayşe) aralarında kararlaştırıp Peygamber yanlarına vardığında kendisinden meğafir kokusu geldiğini söylediler. Meğafir kötü kokan bir ağacın reçinesiydi. Kötü kokudan hoşlanmayan Hz.Peygamber Meğafir yemediğini söyledi. "Demek ki bal yapan arı meğafir yalamış" dedi. Ve bir daha bal şerbeti içmemeğe and içti, bu surenin bu sebeple indiği rivayet olunur". (S.Ateş, M.Kerim s.559).
İşte ayetler:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Tahrim sûresi âyet: 1)
قَدْ فَرَضَ اللَّهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ أَيْمَانِكُمْ وَاللَّهُ مَوْلَاكُمْ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ "Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır. O, bilendir, hikmet sahibidir."(Tahrim sûresi âyet :2)
وَإِذْ أَسَرَّ النَّبِيُّ إِلَى بَعْضِ أَزْوَاجِهِ حَدِيثًا فَلَمَّا نَبَّأَتْ بِهِ وَأَظْهَرَهُ اللَّهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَأَعْرَضَ عَن بَعْضٍ فَلَمَّا نَبَّأَهَا بِهِ قَالَتْ مَنْ أَنبَأَكَ هَذَا قَالَ نَبَّأَنِيَ الْعَلِيمُ الْخَبِيرُ "Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? Dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi."(Tahrim sûresi âyet:3)
إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır." (Tahrim sûresi âyet: 4)
عَسَى رَبُّهُ إِن طَلَّقَكُنَّ أَن يُبْدِلَهُ أَزْوَاجًا خَيْرًا مِّنكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُّؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَأَبْكَارًا "Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona; sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir." (Tahrim sûresi âyet : 5)
Sayın Öztürk ! Okuduğumuz âyeti kerimelerde görüldüğü gibi: Bir olay üzerine Allah (C.C.): Hanımlarının gönlünü almak için, bir daha bal şerbeti içmeyeceğine yemin etmiş bulunan Resûlünü yani Peygamberimiz Efendimizi (s.a.v) hanımlarına karşı koruyarak; şefkat ve sevgi dolu hitabıyla şöyle buyurmaktadır.
Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir" (Tahrim sûresi âyet: 1).
Buyurduktan sonra, ikinci âyette Resûlünü o sıkıntıdan kurtarmak için : "Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır." (Tahrim sûresi âyet :2) buyurarak, Peygamberinin, teselli ve yardımcısı, destekçisi olduğunu bildirmiş, üçüncü âyette: Peygamberimizin hanımlarıyla arasında geçen ve yemin etmesine sebep olan olay anlatılmıştır.
Dördüncü âyette: Resûlünün gönlü hoş olsun diye, ona o kadar arka çıkmış ve O'nu üzmesinler diye, hanımlarını o kadar uyarmış, o kadar tehdit etmiş ki; sanki çok büyük düşman ordularını tehdit eder gibi : "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır" (Tahrim sûresi âyet: 4).
Beşinci âyette ise: "Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir" (Tahrim sûresi âyet : 5) buyururken; Peygamberi'ne ne kadar değer verdiğini ve ne kadar sahip çıktığını gösterdiği halde: Size ne oluyor da, bu olaydan ötürü inen ayetlerden yalnız birinci âyeti alarak, hiç ilgisi olmayan bir konuya çekip, sonra da neredeyse Allah'ın Resûlüne hiç de layık olmayan, size de yakışmayan isnatlarda bulunuyorsunuz. "Hayır, Hz. Peygamber de Kur'an dışında hüküm koyamaz. Koyar derseniz şirk olur"diyecek kadar sözü ileri götürüyorsunuz. Sizin dediğiniz gibi ihtar yani hafif ceza bu ayetlerin neresinde var? Bu iftirayı Allah'ın Resûlüne nasıl yakıştırıyorsunuz?
Tahrim sûresinin birinci ayetindeki konu açığa çıktıktan sonra Peygamberimiz Efendimizin; helâl, haram edeceğini bildiren A'râf Sûresinin 157 nci ayetini okuyalım: PEYGAMBERİMİZİN HELÂL VE HARÂM ETME YETKİSİ VARDIR!
İşte âyet:
الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar, işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri HELÂL, pis şeyleri HARÂM KILAR. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır." (A'râf sûresi âyet: 157)
Âyet-i Kerimede görüldüğü gibi Cenab-ı Allah (C.C.): Sevgili peygamberine, mutlak manada ; HELÂL ve HARAM etme yetkisini, yani "tahrim" yetkisini kâmil mânâda vermiş bulunmakla beraber, buna ilaveten "sırtlarındaki ağırlıkları ve üzerlerindeki zincirleri indirir."buyurarak, O'nun görevinin ehemmiyetini, yetkisini,ona mutlak itaatın farziyyetini, önemini ve ne kadar faidemize olduğunu bildirmekte değil midir?
Diğer ayetlere gelelim:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا "Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik". "Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik)." (Ahzab sûresi âyet: 45-46)
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ "(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. " "Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." "De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez"(Âl-i İmran sûresi âyet : 31-32)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan Ulü'l-Emr'e (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir." (Nisâ sûresi âyet : 59)
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisâ sûresi âyet : 65)
مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا " Kim Resûl'e itaat ederse; kesinlikle o Allah'a itaat etmiş olur..." (Nisâ sûresi âyet : 80)
Sayın Öztürk ! Kitabınızın her tarafında ve tüm sözlerinizde Kur'an'ın dışında hüküm tanımak, Hadis de olsa şirktir diyorsunuz. Bu defa sizin gibi düşünenlerin hepsine soruyorum! Aşağıdaki âyeti dikkatli okuyun ve soracağıma cevap verin!
İşte Âyet: قُلْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَالنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ "De ki: Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz." (Âl-i İmran sûresi âyet: 84)
Sayın Öztürk! Bugüne kadar gelen dini kaynaklarda: Yukarıda isimleri geçen Peygamberlerden yalnız; Hz.İbrahim'e 10 suhuf indirildiği bilinmekte olup ayrıca Hz. Musa'ya Tevrat ve Hz.İsa'ya İncil indirilmiştir. Hâlbuki gördüğümüz gibi âyeti kerimede hem Peygamberimiz Efendimizden hem de biz ümmeti Muhammed'den: Allah'a, Bize inen Kur'an'a, İbrahim'e inene, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve Yakub oğullarına, yani torunlarına indirilenlere; Musa ve İsa'ya bütün peygamberlere verilenlere inandığımızı itiraf etmemiz emredilmektedir.
Şimdi cevap veriniz! Hz.İbrahim'e inen 10 suhuf, Hz.Musa'ya inen Tevrat ve Hz. İsa'ya inen İncil'den başka, bu âyette isimleri geçen peygamberlere hangi kitâb indi ve neler verildi?
Bunlara kitâb verilmediğine göre hiçbir şey verilmemiş vahiy de gelmemiştir diyebilir misiniz? Yani sizce halen iddia ettiğiniz gibi, kitabın dışında inanılacak bir şey olamaz, biz böyle şeyi kabul etmeyiz, hani kitabınız mı diyeceksiniz! Merak ediyorum bu ayete ne cevap veriyorsunuz?
Hayır! İşler sizin dediğiniz ve bildiğiniz gibi değil! Kitabın dışında da Allah (C.C.) Peygamberlerine çok şeyler vahyetmiş, onları her türlü bilgilerle donatmış, onları aydınlatmış; onlar da, Allah'dan (C.C.) aldıklarını kendi nefislerinde tatbik ederek örnek olmuş ve gerekenleri de kendi lisanlarıyla ümmetlerine aktarmışlar. İşte bunlara "Sünnet" ve "Hadis" diyoruz. Bunu teyit eden ve sizleri mucizevî bir şekilde ikaz eden hadisi şerifi önceki kitabımıza aldığım halde; konu aynı olduğu için tekrar buraya da alıyorum:
İşte Hadis - 1: عن المقدام بن معد يكرب عن رسول الله صلى الله عليه وسلم أنه قال " ألا إني أوتيت الكتاب ومثله معه لايوشك رجل شبعان على أريكته (السرير ) يقول عليكم بهذا القرآن فما وجدتم فيه من حلال فأحلوه وما وجدتم فيه من حرام فحرموه ألا لا يحل لكم الحمار الأهلي ولا كل ذي ناب من السبع ولا لقطة معاهد إلا أن يستغني عنها صاحبها ومن نزل بقوم فعليهم أن يقروه فإن لم يقروه فله أن يعقبهم بمثل قراه "
Mikdâd n. Màdîkerib'den rivayetle Peygamberimiz (A.S.) şöyle buyurdular: "Haberiniz olsun: Bana Kitap (Kur'an), bir de onunla beraber, O'nun kadarı verildi. Uyanık olun çok sürmez, tok mağrurun biri tahtına kurularak der ki: " Size lazım olan yalnız bu Kur'an'dır. O'nda helalden neyi buldunuzsa onu helal bilin; Haram'dan neyi görürseniz onu da haram olarak tanıyın.! "(Hayır) Şüphesiz ki Resulullah'ın HARAM kıldığı şeyler (Hükümde) Allahın haram kıldığı şeyler gibidir. Haberiniz olsun EHLİ EŞEK eti, vahşi hayvanlardan kesici diş taşıyanlar, sahibinin ihtiyaç duymayarak bıraktığı eşyalar dışındaki buluntular size helal değildir. Kim bir topluluğun yanına misafir olursa o kimselerin misafiri ağırlamaları gerekir. Misafir etmezlerse o kimsenin alması gereken ikramı tàkip etmeye hakkı vardır." (Ebû Dâvûd, a.g.e., hd. no: 4606).
Hadis: 2 عَنْ أَبِي ثَعْلَبَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْ أَكْلِ كُلِّ ذِي نَابٍ مِنْ السِّبَاعِ "Ebu Sa'lebe el ? Huşeni (r.a.) anlatıyor": Resûlullah (A.S.) vahşi hayvanlardan kesici diş (köpek dişi) taşıyanların hepsini yasakladı." Müslüm, Ebu Davut ve Nesai, İbnu Abbas'tan gelen bir rivayette şu ziyadeyi kaydederler "Her bir pençe sahibi kuş da..." (Buhârî, a.g.e. , hd. no: 5530; İmam Mâlik, Muvatta', hd. no: 642; Müslim, a.g.e. , hd. no: 1934).
AÇIKLAMA:"Bu hadiste, (s.a.v) vahşi hayvanlar ve vahşi kuşlardan eti yenmeyecekler hakkında bir ölçü vermektedir. Hayvanlarda, insanlardaki köpek dişi dediğimiz, parçalamaya mahsus kesici dişi olanlar ki bu dişe nab denir. Aslan, kurt, kaplan, fil, maymun gibi hayvanlar bu guruba girer. Bu dişle kuvvet kazanırlar ve avlanırlar. Kuşlarda pençeli olanlar. Mihleb, diğer hayvanlardaki tırnağa tekabül eder, dilimizde pençe deriz. Bu tırnağa nazaran çok daha güçlü, çok daha sert ve keskindir. Mihleb (Pençe), vahşi hayvanlardaki nab denen köpek dişine tekabül eder. Kartal, Akbaba, Şahin, Doğan gibi kuşlar bu gruba girerler. Tirmizi'de kaydedilen bir Cabir(r.a.) hadisi şöyle der: "Resulullah (s.a.v) Ehli eşek'lerin, katırların, vahşi hayvanlardan parçalayıcı dişi olanların etlerini haram kıldı." Fukaha, hadisle amel hususunda ihtilaf etmiştir, yenmesi haram olan, parçalayıcı dişi olan vahşiler hangileridir? Ebu Hanife'ye göre, etle beslenen bütün hayvanlar vahşidir. Fil, keler, Arap tavşanı (tarla faresi), kedi de buna dâhildir. Şafi'i Hazretlerine göre, İnsana saldıran hayvan vahşidir: aslan, kaplan, kurt gibi... Sırtlan ve tilki ise insana saldırmadıkları için etleri helaldır" (İbnu Deybe, Teysiru'l-Vusul... Terc.: Kütüb-i Sitte,c.11, s.175 ? 176).
Hadis ?3: عن ابن عباس قال : نهى رسول الله صلى الله عليه و سلم عن كل ذي ناب من السباع وعن كل ذي مخلب من الطير
İbn Abbas'dan rivayetle Peygamberimiz (A.S.) şöyle buyurmuştur: "Vahşilerden kesici dişi olan her bir hayvanın ve pençesi olan her bir kuşun yenmesi yasaklandı." (Müslim, a.g.e. , hd. no: 1934).
Hadis ? 4: عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ نَهَى رَسُولُ اللَّهِ عَنْ أَكْلِ الْجَلاَّلَةِ وَأَلْبَانِهَا
İbn-i Ömer (r.a.)dan rivayet edilmiştir: Dedi ki : " Resulüllah (s.a.v) pislik yiyen hayvanın etini yemek ve sütünü içmekten bizi men etti." (Ebû Dâvûd, a.g.e. , hd. no: 3787).
Sayın Öztürk, dini hükümler konusunda, O'nun vahiysiz konuşmayacağı hususundaki âyeti kerimeyi yok sayarak: Resûlüllah Efendimizin yasaklayışını kâle almadan; isimleri Kur'an'da yoktur diye: pislik yiyen hayvanların, lağım faresi ve diğer farelerin, köpeklerin, kedilerin ve sair bunlara benzer pis hayvanların etlerinin yenmesini nasıl öneriyorsunuz? Yoksa siz ve sizin gibi düşünenler bunların etlerini yiyor musunuz?
Tekrar edelim: A'râf Sûresi'nin 157'nci ayetinde görüldüğü gibi hiçbir yoruma gerek bırakmadan açık olarak Cenab-ı Allah (C.C.) Peygamberimiz (s.a.v) Efendimize HELÂL, HARÂM etme yetkisi vermiştir.
KUR'AN'DA OKU EMRİ OLDUĞU GİBİ BİR DE YAZ EMRİ VARMIŞ (!)
Sayın Öztürk! Kur'an'a ve Peygamberimize (s.a.v) yakıştırmalara fütursuz devam ediyorsunuz! Önce Peygamberimiz Efendimize (s.a.v):
"Okuryazardı. Önce okuma bilmez ise de sonraları öğrenmiştir. Ümmi demek okuma yazma bilmemek değil. Ehli kitabın elindeki Tevrat ve İncil'i okumamış onların bilgileriyle beslenmemiş kişi karşılığında kullanılır". "Doğrusu şu ki, Peygamberimiz nübüvvetin (Peygamberliğin) ilk yıllarında okuma yazma bilmiyor olsa bile, sonraki zamanlarda mutlak öğrenmiştir. Ve böyle bir şey Allah Resulü için herhalde çok kısa bir zaman almıştır". (Y.N.Öztürk.Kur'ân'daki.İslâm, s.111).
Diyorsunuz. Bu iddianızı bundan önceki "Kur'an-daki Asıl İslam Bu" isimli kitabımızda cevaplandırmış. Kaç ayda öğrendi, bari bir de hoca bul !, demiştik: Ve Peygamberimizin gerçekten ümmi olduğunu, okuma yazma bilmediğini, bunun Peygamberimiz için büyük bir mucize olduğunu izah etmiştik.
Sizin, "Kur'an-daki İslam" isimli kitabınızı tekrar gözden geçirdiğimde: "Oku" emrine ilaveten bir de "Yaz" denildiğini şöyle iddia ediyorsunuz:
"Kalem suresinde, sureye yeminle başlamasının esprisi nedir? -Böyle bir başlangıcın iki esprisi vardır. -Kalemin ve yazdıklarının hayat ve oluş bünyesinde çok önemli bir yer tuttuğuna işaret etmek, Surede tanıtılan değerlerin elde edilmesinde ve olumsuzluklardan kaçınmada kalem ve yazdıklarının yani kalem ürünü tüm verilerin doğrudan payı olduğuna dikkat çekmek. Vahyin ilk emri ve ilk suresi "oku" diyordu. Bu ikinci surede ise "yaz" denmektedir. Okumadan yazılmaz ve okuyup yazmadan tebliğde bulunulmaz." (Y.N.Öztürk.Kur'ân'daki İslam.s.13).
Diyerek, kendinizi saflığa vururcasına, gerçekten Peygamberimizin; okuryazar olmadığını bildiğiniz halde, perde arkasından, Peygamberimiz Efendimize Allah tarafından Peygamberlik ve tebliğ görevi verilmesini kınıyor, Allah'ı (C.C.) tenkid ediyorsunuz. Çünkü görüldüğü gibi, Allah (C.C.) Ankebut Sûresi'nin 48 nci ayetinde: "Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı." buyurarak Peygamberimiz Efendimizin okuma yazma bilmediğini açıkça bildirerek, bu haliyle O'nu seçtiğini, görevlendirdiğini bildirmekte ve O'nu bu haliyle övmektedir. Elbette Allah'ın izniyle, Ümmi olan, Allah'ın (C.C.) Resûlü tebliğ görevini en üstün şekilde yapmıştır.
Burada Kalem Sûresinin birinci ayetini okuyalım: ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ مَا أَنتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ " Nûn. Kaleme ve yazdıklarına andolsun ki," "Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin." "Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır." "Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin." (Kalem sûresi âyet :1-4)
Sayın Öztürk! Bu ayetlerin neresinde "Yaz" emri var? Bu sözünüz Kur'an'a ve Peygamberimize iftira olmuyor mu? Maksadınız Peygamberimize bir hoca bularak birilerine talebe etmekse, bunu açık söyleyiniz, bari birkaç isim de bulunuz!
Hayır, onu kimse okutmadı! Okuma yazma da bilmiyordu. Ancak kalbine inen Kur'an'ı okuyordu. Hatta onu da Allah (C.C.) okutuyordu:
İşte Ayetler : فَجَعَلَهُ غُثَاء أَحْوَى سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰى اِلَّا مَا شَاءَ اللّٰهُ اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفٰى
"Sana (Kur an'ı) okutacağız; sen hiç unutmayacaksın. Artık Allah'ın dilediği hariç; Şüphesiz Allah, açığı ve gizleneni bilir". (A'la sûresi âyet: 6-7)
وَمَا كُنتَ تَتْلُو مِن قَبْلِهِ مِن كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ إِذًا لَّارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ " Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı.(Yani Kur'an'ı, başka kitaplardan, Tevrat'tan, İncil'den derlemiş, kendi yazmış derlerdi)" (Ankebut sûresi âyet: 48).
Görüldüğü gibi bu iki âyet hiç şüphe ve endişeye mahal bırakmadan, nedenleriyle beraber gerçeği açıkça bildirmektedir. Bunun dışındaki tüm iddialar Allah'a (C.C.) ve Resûlullah'a (s.a.v) iftiradır. Sizin iddia ettiğiniz gibi Kur'an'da "Yaz" emri katiyen yoktur. İSLÂM'DAN ÖNCE NAMAZ VAR MIYDI? "KADIN-ERKEK ÇIRILÇIPLAK, EL ÇIRPIP ISLIK ÇALARAK, HORA TEPMELERİ" NAMAZMIŞ (!)
Kitabınızın bir bölümünde: A'la Sûresi'nin 14 ve 15 nci âyetlerinin mahiyetini açıklarken: Yine S. Harfiyle soruyor, C. Harfiyle cevap veriyorsunuz, ama yine gerçekleri tahrif ediyorsunuz. Yazınızı önce okuyalım:
Sayın Öztürk diyor ki:
" Burada kurtuluşun bir numaralı şartı olarak tezekki gösterilmiştir. Bu kelime aynı anda hem iç arınma hem de zekât vermeyi ifade etmektedir. Böylece Kur'an bir kelam harikası ile bireysel ve sosyal, ruhsal ve ekonomik arınmayı aynı anda tek kelimeyle ifade etmiş ve bir kurtuluş şartı olarak göstermiştir. İkinci şart, Allah'ın ismini anarak namaz kılmaktır. Namaz içinde Allah'ın ismi mutlaka anıldığı halde:"neden denmiştir? Cevap açıktır: Namaz, Kur'an'ın indiği toplumda Hz. İbrahim'den beri bilinmekteydi. Bu yüzdendir ki Kur'an namazın detaylarına girmez, onun tevhide bağlı esprisi üzerinde durur. (Enfal suresi âyet: 35) Âyet bize gösteriyor ki, müşrik Araplar da Kâbe'de namaz kılıyorlardı. şirke alet edilmiş ve ruhundan uzaklaştırılmıştı. onun şirke bulaştırılmış özünü temizleyen beyanlara ağırlık vermiştir."(Y.N.Öztürk.K.İs.S.30-31) diyorsunuz. Önce bu iki âyetin aslını görelim: قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى "Doğrusu felaha ermiştir temizlenen," "Rabbinin adını anıp namaz kılan(O'na kulluk eden.)" (A'la sûresi âyet :14-15)
Bir de: Müşriklerin namaz kılmalarına delil olarak bildirdiğin, Enfal Sûresindeki 35 nci âyeti okuyalım:
وَمَا كَانَ صَلاَتُهُمْ عِندَ الْبَيْتِ إِلاَّ مُكَاء وَتَصْدِيَةً فَذُوقُواْ الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ "Onların Beytullah yanındaki duaları (Namazları) ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. (Ey kâfirler!) İnkâr etmekte olduğunuz şeylerden ötürü şimdi azabı tadın " (Enfal sûresi âyet :35)
1- Burada maksat salat'ın lügat manasınadır. 2-Rivayete göre müşriklerin erkeği ve kadını Beyt'i şerifi ziyaret ederler,bu ziyareti yaparlarken parmaklarını birbirine kenetleyip ve ağızlarına götürüp ıslık çalarlar, bir taraftan da ellerini çırparlardı. Zuumlarına (zanlarına) göre bu onların duası idi!" (Beyzavi-Şeyhzade, Meali Kerim. H.B.Çantay.c.1, s.260).
Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır ise olayı şöyle bildirmektedir:
"Ve hâlbuki Beytullah'ın yanında dua veya namaz namına yaptıkları ıslık çalmaktan ve el çarpmaktan başka değildi: Rivayet olunuyor ki, bunlar erkek ve kadın, açık saçık el ele tutuşur, Beytin etrafında dolaşırlar ve ıslık çalıp el vururlardı. Ve böyle ibadet ediyoruz diye çalar, oynar hora teperler ve yaptıklarını alkışlarlardı. Bir de Resûlüllah Beyti Şerife gelip ibadet etmek, namaz kılmak ve Kur'an okumak istediği zaman, ekseriya böyle ayin yapmakta ileri giderlerdi veya kendilerini de bir namaz kılıyor ve dua ediyorlarmış gibi göstererek nümayiş ve gürültü yaparlar, huzura mani' olurlar. Ve bunu da kendilerince bir ibadet sayarlardı". (Elmalılı. c.4. s.2400).
Sayın Öztürk! Kitabınızın 30 ? 31 nci sayfalarından sözlerinizi aynen konu başında aktardım. Siyah olarak görünen satırlarda "Ancak onların namazı şekil unsurlarının tamamına yakınını içerdiği halde.." diyorsunuz. Üstelik bu iddianızı tamamen çürütecek olan "Enfal" Sûresinin 35 nci ayetini de delil olarak bildiriyorsunuz. Yoksa o âyeti kimse arayıp okumaz mı zannettiniz? 35 nci âyeti en muteber meal ve Elmalılı'nın tefsiriyle beraber yukarıya aldım. Bu âyette:" onların dua ve namazları el çırpmak ve ıslık çalmaktan başka değildi." buyurulmakta iken; el çırpıp ıslık çalarak dönmenin, hora tepmenin neresini namaza benzetiyorsunuz? " Onların namazı şekil unsurlarının tamamına yakınını içerdiği halde..." diyebiliyor; "Namaz Hz.İbrahim'den (A.S.) beri bilinmekteydi" diyerek de; bu el çırpıp ıslık çalarak hora tepmeyi Hz.İbrahim'e (A.S.) nispet edebiliyorsunuz? |
Diğer Haberler |
KADER DEĞİŞEBİLİR Mİ? | |
PROF.DR. YAŞAR NURİ ÖZTÜRK VE PROF. DR. ABDULAZİZ BAYINDIR’A REDDİYE | |
MUSTAFA İSLAMOĞLU'NUN KUR'AN-I KERİM MEALİNDEKİ SAYISIZ YANLIŞLARI |