27 Mart 2021, 10:21 -
F. GÜLEN VE KARDEŞLERİNİN HELAKI
Yıl 2012… Pennsylvania Canavarı’nın talimatıyla Risale-i Nur sadeleştirilmiş, o eserler tamamen tahrif edilerek Tevrat ve İncil’den daha muharref bir hale getirilmişti.
Türkiye’nin dört bir yanında bulunan imanlı Nur talebeleri ve Bediüzzaman’ın varisleri, bu fitneyi bertaraf etmek için o yaşlı ve hasta halleriyle canla başla mücadele verirken, birçok anlı şanlı profesörler ve yazarlar da kış uykusuna yatmış hatta en ünlü Avrupalı bir profesör, uzun uzadıya felsefe yaptıktan sonra “Risale-i Nur sadeleştirilebilir” fetvasını vermişti.
Başbakan ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanına operasyon yapacak güçte olan ve yapan Gülen’in yaptığı tahrifata karşı Bediüzzaman’ın varis talebelerinin desteğiyle bizler de bir reddiye kaleme almıştık. O reddiyede Gülen’in din düşmanı ve vatan haini olduğunu açık açık yazmıştık.
Basın Savcısı ve emniyetçilere aracılık yapan bazı elemanlardan üstü kapalı tehditler alıyorduk. Birkaç defa FETÖ’cü polislerin saldırılarına uğradık. Polis onlardan, savcı onlardan, Vali onlardan, kimi kime şikâyet edeceksin? Ettik de ne oldu? Vali soruşturmaya gerek yok dedi, Savcı da kavuşturmaya gerek yok deyince dosya kapandı gitti.
O yıllarda böyle tehlikeli bir vaziyette yalnız değildik elbette…
Kâinatı içindekilerle beraber icad eden Zat bizimle beraberdi. O yüzden bir milyonda bir dahi korku ve endişe taşımıyorduk.
Bundan tam 8 sene evvel 05 Mayıs 2012 yılında, 17/25 Aralık çok önceleri, kaleme aldığımız kitapta, Kur’an-ı Kerim’e dayanarak Gülen ve kardeşlerinin nasıl helak olacağına dair bir makale yazmıştık.
O makaleyi harfi harfine kitaptan alarak tekrar neşrediyoruz.
Peki niçin tekrar neşrediyoruz?
Bugünlerde Gülen’in geride bıraktığı kriptoların, onu mehdi olarak ilan eden ve ona vekâleten bizlere saldıranların da aynı akıbeti beklediği müşahede ediliyor. O gün sözde Nurcu(!) görünüp de bizlere hakaret edenler, bugün de aynı saldırılarına hem de insanlık dışı iftiralarla devam ediyorlar.
Evvela Allah, sonra devletimizin yetkili mercilerinin onlara bir iyilik düşündüğünü zannediyoruz.
Bu tayfa unutmasın ki, kuvvet ve kudret sahibi Kahhar-u zu’l-Celal olan Allah cümlesini, Fethullatçılar gibi hak ile yeksan edecek güçtedir.
Kitapta zikredilenleri, ibret maksadıyla aynen, harfi harfine aktarıyoruz... “فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ أَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ Allah-u Teâlâ bazı kavim ve cemâatlere her şeyin kapılarını açıp enva-ı çeşit makam ve mevkileri nâsib eder. Onlar da verilen ni’metlere karşı hamd u senâyı unutup tuğyâna başlar. حَتَّى إِذَا فَرِحُوا بِمَا أُوتُوا Saltanat ve makamları Karûn gibi kendilerinden vehmedip havalara girerler. Verilen mevkilerin ebedî ve sermedî olduğunu zannederler. وَلَكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ Öyle mağrûr bir hâle gelirler ki, kalbleri katılaşıp nifâk ve hiyânetle dolar.
İşte قَسَتْ قُلُوبُهُمْ fıkrasında beyân edilen kalplerin katılaşma sıfatının فَبِمَا نَقْضِهِمْ مِيثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِهِ âyet-i kerîme gibi muhtelif sûrelerde zikredilen kalpleri katılaşan ve lânetlenen yahudi kavmiyle aynı sıfata hâiz olmalarının bir te’vîli, Allah-u a’lem şudur ki: Şerîat-ı Ahmediyye aleyhissalâtu vesselâm’ı, nifâk perdesi altında tahrîfe çalışan kavim veya cemâatlerin sevk ve idâresinde İsrâîloğulları’nın çok ciddi rol alacağı, İslâm deccâlı süfyân gibi masonların muâvenetiyle kuvvet kazanacağı, hattâ sergerdelerinin yahudi olacağına dair işâret vardır.
Ehl-i îmândan gelen tavsiye ve nasihatları dahi kabul etmeyip kendilerini yeryüzünün yegâne mümessili kabul ederler. Yapılan bütün çağrılara kulak asmazlar. Büyüklük ve mevkide zirveye tırmanırken وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُون şeytan da onların safında yer alır ve yaptıkları a’mâl-i fâsideyi güzel ve süslü bir sûrette gösterir.
Kahhâr-u zu’l-Celâl olan Allah أَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً kısmıyla o mağrur ve münafık akvâm-ı beşerden intikam almak için aniden yakalar. فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ İkrâm edilen bunca nîmet ve serveti unutanlar, Allah’ın belâsı ve gazabını görünce takvâ ayaklarına yatıp hemen duâ ve tazarruya sarılırlar.
Muntakim olan Allah, daha önceleri duâyı hatırlarına getirmeyen ehl-i dalâletin, ihlâs eseri olmayan duâlarını yüzlerine çarpar. Hâkim-i Bîzevâl olan Allah’ın gazab ve hiddetini gören o fâsık kavimler duâya sarılınca, Allah: فَلَوْلَا إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا Şimdi mi duâ etmek akıllarına geldi?.. Hiç boşuna uğraşıp nefes tüketmesinler…
Gazabımdan müfsidleri kurtaracak hiçbir şey, hiçbir kuvvet ve kudret olamayacaktır. فَلَوْلَا إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا Allah-u a’lem, âyetin bir te’vîli şudur ki: Yahudilerin hurâfât ve küfriyyâtını ehl-i îmân mâbeyninde İslâm olarak neşreden cemâatin “gurbet elde uzun bir seferde, üstü başı toz duman, ellerini semâya kaldırıp ya Rab ya Rab duâ edenin yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gayrın haram parasıyla beslenen adamın duâsına nasıl cevab verilir!?” hadîs-i şerîfinde zikredilen zât ve cemâatin aynı sıfatlara hâiz olacağı, faiz ve kumar gibi haram mallarla haşir neşir eğniyâ ve zenginlerin gayr-ı meşrû paralarıyla servet sahibi olacağından, duâlarına dahi cevab verilmeyeceği, hattâ mâruz kaldıkları belâ ve musîbetlerin lâyık ve müstehakkı olacaklarına dair işâret vardır.
Ayetin فَإِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ kısmında Allah’ın şiddetli intikamıyla karşılaşan fâsıkların dost ve ahbâbı terk edip onları kaderiyle baş başa bırakacaktır. فَإِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ fıkrasının bir te’vîli, Allah-u a’lem şudur ki: Ben-i İsrâîl’e tevekkül eden müfsid kavimlerin; kendilerini nâmağlub havasında göreceği ve Allah’ın gazabına mâruz kaldıkları hengâmeda, sebât etmeyip cepheyi terk edeceği, yahudiler gibi korkuya kapılarak o şirin canlarını kurtarmak için dünyanın dört tarafına dağılacağına dair işâret vardır.
Hidâyet bile nasîb olmadan فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا böylece Kadîr-i zu’l-Celâl olan Allah, müfsid kavimlerin kökünü kurutup sonunu getirir. O hâlde ey îmân edenler وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ demekle Rabbu’l-âlemîn olan Allah’a şükredip hamd u senâlar getirin.
Elhâsıl: Mâliku’l-mülk olan Allah, iki yol beyân eder: Biri hak yol, diğeri bâtıl. Taife-i beşerin muvakkaten gâlibi, ehl-i tahrîf görünse de وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ âyetinin sarâhatiyle nihâyetin, âkibet ve zaferin ehl-i dîn ve diyânetin olacağına dair Kur’ân’dan bürhanlar var. Dâvamızın esâsı, bir atasözü değil; kâinatta carî olan Kavânîn-i Rabbâniyye olduğuna dair âyât ve beyyinât vardır.
O kanûnları îcâd eden Kahhâr-u zu’l-Celâl, Dîn-i Mübîn’e karşı savaş açan komitelerin üzerine yağdırdığı belâların hiddet ve şiddetini arttıracak, onlara hidâyeti nasîb etmeden köklerini kurutup sonunu getirecektir.
Hak ve hakikatin önündeki bütün esbâb ve muzır mânîleri hâk ile yeksân edecek, küsufa uğrayan İslâmiyyet güneşiyle âlemi yeniden ışıklandıracak, münâfıklar ve zındıklar istemese de Allah nûrunu tamamlayacaktır. Kalem yazmış mürekkeb de kurumuştur…”
İFSADIN İÇ YÜZÜ S. 210-212
Muhammed RAMADAN
YORUM YAZ
BU HABER İÇİN HENÜZ YORUM EKLENMEMİŞTİR.

DİĞER Muhammed RAMADAN HABERLERİ
-
NİYET OKUMA MAHARETİ İlkokul üçüncü sınıfta okurken Cuma vaazını dinlemek için bir s... Eklenme: 17 Ekim 2020
-
MEHMET FIRINCI ABİ’YE SALDIRAN... Bir çok roman yazıp Yeni Asya ve Yeni Nesil Yayınları vasıtasıy... Eklenme: 17 Ekim 2020
-
ABDURRAHMAN DİLİPAK VE KARDEŞL... Ayasofya’nın tekrar camiye tebdil edilmesinin üzerinden henüz b... Eklenme: 15 Ağustos 2020
YAZARLARIMIZ
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
KONUK YAZARLARIMIZ
ÖZEL RÖPORTAJ
Ferudun Özdemir: 'Allah Var, Problem Yok'
Ferudun Özdemir, “Allah var, problem yok!” adlı kitabında, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, Allah'a dayanıp, O'na güvenen insanların bir şekilde aydınlığa kavuşacaklarının farkındalığını oluşturuyor zihinlerde…
E-POSTA LİSTESİ
ANKET