
FETO’nun Kitap ve Sohbetlerinden İslâm’ı Tahrif ve Bozma Örnekleri
FETO’ya göre; Müslüman olmak şart olmayıp, Hıristiyan ve Yahudiler de kurtulacak!
Ayhan KÜFLÜOĞLU / 02.Ekim.2016 / ayhank27@gmail.com
Önceki yazılarımızda; FETO’nun kitap ve konuşmalarındaki İslâm ve Ehl-i Sünnet’e zıt ve aykırı görüşlerin; ayrıca kendindeki kibir ve seçilmiş, üstün kişi olduğu inancını gösteren cümlelerin; ayrıca konjonktür ve menfaatine göre “dün dediği, bugün dediğinin zıttı olan” ifadelerin ve son olarakta söyledikleriyle – yaptıkları arasındaki tutarsızlık ve çelişkilerin tespit ve tahliline çalışacağız demiş ve şu ikazı yapmıştık: En kötü ve aldatıcı, gizli ve sinsi yalan; içine doğru kırıntıları serpiştirilmiş yalandır! Bir yem işlevi gören o doğrularla insanları avlarlar; “bunlar doğruysa, şu dedikleri de yüksek olasılıkla doğru olabilir ve doğrudur” ihtimâl ve zannına yol açarak; o doğrularla, böylece diğer yalan – yanlışları da peyderpey yuttururlar!
Bedî’üzzaman Said Nursi Hazretlerinin (R.Â.) dediği gibi; bütün bâtıl cemaât ve mezhep, eğri felsefî ve siyasî doktrinlerin herbirisinde; o ekolün hayatta kalıp, taraftar bulmasını sağlayan bir “dâne-i hakikât” bulunur. Tüm sapkın gruplar, başlangıç ve çıkış noktaları olarak o “dâne-i hakikât”in üzerine bina ederler diğer yalan ve yanlış fikir ve davranış ve politikalarını. Yani söylenilen şeyin doğru olması yetmez; bir de o doğru’nun neden / niçin söylendiği, yani batıla alet edilip edilmediği de sorgulanmalı!
Bir de FETO’yu halâ “İsa, Mehdi, Hızır” görenlere sözüm: Farzı muhâl, FETO “Mehdi”, hatta peygamber bile olsa; Allah’ın Kitabında haram dediğini helâl; helâl dediğini haram yapamaz; haram ve günah birşeyi emir ve tavsiye edemez; dinin herhangi bir hükmünü geçersiz kılamaz! Peygamber’in bile haramı helâl, helâli haram yetkisi olmadığını bilen FETÖ’cüler, halâ FETO’nun gayrimeşru emir ve işlerinde bir hikmet ve sevap arıyorlarsa; bunlara “saf ve cahil” demek, saflık ve cehalete hakaret olur! Evet, haram ve günaha girerek, Allah’ın sevgi ve rızasını kazanacağını sanmanın, saflık ve cehaletle izah edilebilir bir tarafı yok!
FETÖ’cülerin yaptıklarına gerekçe ve mazeret olarak; AKParti iktidarını kastederek, “28 Şubat’ta bile böyle zulüm görmedik” bahanelerinde ise şöyle bir hakikât payı var: O dönem FETO’nun Çevik BİR, daha sonraları Emin ÇÖLAŞAN’a yazdığı övgü ve aşırı iltifat dolu mektup ve mesajlar, daha doğrusu önlerinde eğilme ve ayak öpmeler!... 28 Şubat’ın başaktörü Genelkurmay Başkanı KARADAYI’ya, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, Yılın Hoşgörü Ödülü’nü vermek istemesi; KARADAYI’nın reddetmesi üzerine, onun üzerinde “başkomutan” gördükleri S. DEMİREL’e vermeler!... Yani 28 Şubat’a bırakınız direnme ve tavır koyma veya hiç değilse sessiz kalarak, “sessiz protesto” gösterme; bilâkis destekleyici ve alkışlayıcı tavırları ve o günler Refah Partisi aleyhine / 28 Şubatçılar lehine kendi medyalarında çıkan haberlere bakılırsa; hele bir de 28 Şubat Kararlarıyla İmam – Hatip ve Kur’ân Kurs / Yurtlarının önü kapatılınca, kendi okul ve yurtlarına talebin de arttığı gözönüne alınırsa; 28 Şubat’tan bırakın zarar görmek, (ferdî istisnalar hariç olmak üzere, Cemaatin bütünsel ve toplamda) maddî – manevî kâr ve fayda elde ettiği anlaşılır!
Yazımıza FETO’nun kitap ve konuşmalarındaki İslâm ve Ehl-i Sünnet’e zıt ve aykırı görüşlerinden, aşağıda maddeler hâlinde örnekler vererek devam ediyoruz:
1) “Kur’ân-ı Kerîm, Kitap ehline çağrıda bulunurken; ‘Ey Kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir kelimeyi gelin.’ Nedir o kelime?: ‘ALLAH’tan başkasına ibadet yapmayalım.’ Allah’a kul olan başkasına kul olmaktan kurtulur. İşte gelin, sizinle bu mevzu üzerinde birleşip bütünleşelim. Kur’ân devamla; “Allah’ı bırakıp da, bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin” diyor. Dikkat edin, bu mesajda ‘Muhammedün Rasûlüllah’ yok” diyor. (Hoşgörü ve Diyalog İklimi, Sayfa 241)
2) “Kur’ân-ı Kerîm’in gelmesiyle yürürlükten kalkmış olan İncil ve Tevrat’ın hükümleri hâlâ geçerlidir. Bugünkü İnciller’e ve Tevrat’a inanan Yahudi ve Hıristiyanlar da cennetliktir. Ehl-i Kitap ile ilgili âyetler, hadisler tarihseldir; dolayısıyla bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları değil o dönemin insanlarını bağlar.” (Hoşgörü ve Diyalog İklimi, Sayfa 155 – 156)
3) “Yahudileri ve Hıristiyanları azarlayan âyetler, ya Hazret-i Muhammed (S.Â.V.) döneminde yaşayan ya da kendi peygamberleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır. Zamanımızda bulunan Yahudi ve Hıristiyanlar bu azarlamanın dışındadırlar.” (Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yayınladığı Küresel Barışa Doğru / Kozadan Kelebeğe-3, Sayfa 260)
4) “Yahudileri ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan âyetler ya Hazret-i Muhammed (A.S.M.) döneminde yaşayan ya da kendi peygamberlerleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır.” (Küresel Barışa Doğru, Sayfa 45)
5) “Hâsılı, herkes kelime-i şehadeti esas alarak etrafındaki insanlara bakış açısını yeniden ayarlamalı. Hatta onun birini söyleyip diğerini, yani ‘Muhammedün Resulallah’ı söylemeyen insanlara bile, rahmet, merhamet nazarıyla bakmalı. Çünkü hadislerde anlatıldığına göre, Allah’ın o engin rahmeti ahirette öyle tecelli edecektir ki, şeytan bile: ‘Acaba ben de istifade edebilir miyim?’ diye ümide kapılacaktır. Şimdi böyle bir rahmet enginliği karşısında, cimrilik yapma, o cimriliği temsil etme bize yaraşmaz. Hem bize ne? Mülk O’nun, hazine O’nun, kul O’nun. Öyleyse herkes haddini bilmeli.” (Fasıldan Fasıla, Cilt:3, Sayfa 144 – Basım: İzmir / 1997)
Zaman Gazetesi Yazarlarından Ahmet ŞAHİN ise köşesinde yazdığı yazıda FETO’nun demek istediğini şu cümleleriyle özetlemiş: “Ehli Kitap ile amentüde ittifak halindeyiz. Üç dinden herhangi bir dine inanmak yeterlidir. Mühim olan kelime-i tevhid inancıdır. Hz. Muhammed’i kabul ve tasdik etmek ise şart olmayıp, bir kemâl mertebesidir.” (Ahmet ŞAHİN, Zaman Gazetesi – 17.04.2000)
Ehli Kitap (mes’elâ Hıristiyanların “tevhid” yerine “teslis”e inandığı veya Yahudiler’in “peygamberle güreşen tanrı” gibi “anthropomorphic / andropomorfik / insan biçiminde” tanrı/lara inanması gibi) ile amentüde ittifak hâlinde olmadığımız, bilakis ihtilâflı olduğumuz bir yana; eğer ŞAHİN’in dediği gibi amentü’deki “mühim olan kelime-i tevhid (Allah) inancı” diğer 5 tanesi önemsiz ve teferruât ise; o hâlde Peygamberimiz Döneminde Resulullah Efendimizle savaşanlar, O’nu öldürmeye çalışanlar da “tek tanrının varlığına” inanıyorlardı!
Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli âyetlerinde geçen (meâlen) ifadesiyle: “Onlara (kâfir ve müşriklere): ‘Gökleri ve yeri yaratıp, güneş ve ayı emri altında tutan kimdir?’ diye sorsan, elbette şüphesiz ‘Allah’ diyecekler...” (Ankebut Suresi, 61. Âyet / Zuhruf Suresi, 43. Âyet / Lokman Suresi, 25. Âyet / Zümer Suresi, 38. Âyet). Âyetlerde de geçtiği gibi, Peygamberimiz döneminde yaşayan kâfir ve müşriklerin de çoğu Allah’ın var ve tek olduğuna inanıyordu. Tek Allah’a inandıkları için zaten, putları Allah’ın yeryüzündeki icraatlarına vasıta ve O’na vesile ve şefaâtçi olduğuna inanıyorlardı! Dahası amentüdeki iman şartlarında geçen “melekler”e de inanıyor; Kur’ân’da anlatılan “cin” gibi varlıkları da kabul ediyorlardı!
Yani %1’lik ateisleri ayrı tutarsak insanların %99’u zaten “kâinatı yaratan ve idare eden üstün bir güç” olduğu konusunda hemfikir; sadece, O’nun isminin “Allah mı, Nirvana mı, God mu, Yehova mı” olduğu veya insanlarla hiç irtibat kurup-kurmadığı ve varlık – isim ve sıfatlarını bildirip-bildirmediği ve bildirmişse bunların ne olduğu; elhasıl O’nun isim ve sıfat ve özellikleri ve insan – kâinatla münasebeti konusunda bir ihtilâf var. (Bedî’üzzaman’ın Risaleler’de ‘anlam itibariyle / mânaca’ geçen ifadesiyle; “Kâfirler de Allah’a inanıyor, fakat isim – sıfatlarında hata ediyorlar. Onların bazılarını kabul – red veya tahrif ediyorlar.” (Risale-i Nur Külliyatı / Şuâlar / 5. Şuâ / 2. Makam / 4. Mes’ele)
Elhasıl Allah’ın varlık – isim ve sıfatlarına inanıp, iman etmek; ama hakiki ve gerçek ve realitede olan Allah’a; yani İslâm’ın bildirip – tanıttığı Allah’a inanıp, tanımak; yani dinimizin Rabbine iman ve itaat makbûl ve kurtuluş vesilesidir.
Bedî’üzzaman’ın (R.Â.) birebir (aynen) ifadesiyle: “Halbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî herşey O’nun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve ‘Lâ ilâhe illâllah’ kelime-i kudsîyesine, hakikatlarına iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa “Bir Allah var’ deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hâşâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci’ tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikatı onda yoktur… Evet inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır… Fakat O’na iman etmek, Kur’ân-ı Azîmüşşanın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir…” (Risale-i Nur Külliyatı / Emirdağ Lâhikası, Cilt:1, 151. Mektup)
Elhasıl aslı bozulmuş din ve insan zekâ ve hayâlinin sınırladığı ve tanımladığı “tanrı, melek, ahiret, kitap”a inanıp – iman etmek başka; bir de son gönderilen ve tahrif edilmemiş Kur’ân-ı Kerîm, son Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.Â.V.) Efendimiz’in isim ve sıfat ve icraatlarıyla ta’rif edip, tanıttığı Allah’a, Peygamberlerine, Kitaplarına, Meleklerine, Ahirete iman etmek bütün bütün başka! (Gene Bedî’üzzaman’ın Risaleler’de ‘anlam itibariyle / mânaca’ geçen ifadesiyle; “İnkâr ve ret etmemek başkadır, kabul ve iman etmek başkadır, ret ve inkâr etmek başkadır.” (Risale-i Nur Külliyatı / Mektûbat / 26. Mektub / 1 ve 4. Mebhas)
Elhasıl “doğru Allah”a, “doğru iman” etmek; geçerli ve makbûl iman oluyor; bunu da Hz. Muhammed Efendimiz’den (S.Â.V.) öğrenebiliyoruz sadece! Hem bir insanı “müslüman”, yani “mü’min ve müslim” yapıp, İslâmiyet’e dahil eden ve diğer bâtıl din ve inançlardan ayıran en büyük ve temel fark ve ayrışma noktası zaten “Muhammedun Resulullah”a iman ve itaat etmesidir! Kelime-i Şehadet’in bu kısmını (haşa!) “teferruâtmış” gibi önemsiz görür ve gösterirsek; ortada ne Peygamberimiz’e vahyolunmuş, uyulacak bir Kur’ân-ı Kerîm kalır, ne de doğru bir Allah tasavvur ve inancı!
Elhasıl Hıristiyanlığı da, İslâmiyet gibi hak din olarak göstermek; “onlar da Allah’a inanıyor biz de Allah’a inanıyoruz, Peygamberlerin farklı olması önemli değil(!)” inancını yaymak; Müslümanların imanını sarsmak ve dinden çıkartmanın sinsi ve gizli bir yöntemidir! Çünkü dinimizde bir insan, son peygamber Muhammed Âleyhisselam’a inanmadıkça, O’na tabi olmadıkça; İslâmiyet’i son ve hak din, diğerlerini bâtıl ve nesholmuş, geçersiz din kabul etmedikçe Müslüman olamaz!
Eğer Hıristiyanlık ve diğer dinler bozulmayıp, doğru olsaydı ve bu aslı bozulmuş, eğer bozulmayan birkaç hüküm ve doğruları varsa bile son gelen İslâm’la bu ahkâmları da nesholmuş bu dinlerin sadece “bir tanrı’nın varlığına inanma”ları yeterli olsaydı; O’nun Peygamberimiz vasıtasıyla bildirdiği isim ve sıfatları ve son hak din İslâmiyet’le gönderdiği yeni emir – yasaklar teferruât kabilinden, önemsiz olsaydı; Muhammed Âleyhisselam’ın gönderilmesi de gereksiz, en azından teferruât olmaz mıydı!? Peygamberimiz’in, bütün ömrü boyunca, insanları İslâm’a davet etmesi; verdiği bunca mücadeleler haşa lüzumsuz muydu!? Öyle ya, “madem Hıristiyan ve Yahudiler de ‘tek tanrı’ya inanıyor, madem Peygamberimiz’i kabul etmeleri şart değil; yani madem o batıl dinlerde olanlar da Cennet’e gidecek(!)” ne lüzum var bunca insanın ölmesi, mücadele ve sıkıntıya!
Bedî’üzzaman Hazretleri Kelime-i Tevhid’in 2 rüknünün, yani Allah’a ve Peygamber Efendimiz’e (S.Â.V.) iman etmenin birbirinden ayrılamayacağını; zaten mantık olarak, Peygamber Efendimiz’e inanmayanların gerçek manada Allah’a iman etmiş olamayacağını; hatta imanın 6 esasının bir bütün olup, birine inanmayanın, diğerlerine de inkâr ettiğini söyleyerek; amentüdeki 6 şarttan birine bile inanmayanın müslüman olamayacağını; müslümansa da “mürted” olup, küfre girdiğini söylemektedir. Risale-i Nur Külliyatı’ndan konuyla ilgili kısımları aşağıya aynen alıyoruz:
Saniyen: Mektubunuzda “Mücerred لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ kâfi midir? Yani مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ demezse ehl-i necat olabilir mi?” diye, diğer bir maksadı soruyorsunuz. Bunun cevabı uzundur. Yalnız şimdi bu kadar deriz ki: Kelime-i Şehadet’in iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini ispat eder, birbirini tazammun eder, biri birisiz olmaz. Madem Peygamber Âleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır, bütün enbiyanın vârisidir. Elbette bütün vusul yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hariç hakikat ve necat yolu olamaz…
Fakat bununla beraber, en mühim bir cihet budur ki: Adem-i kabul başkadır, kabul-ü adem başkadır. Bu çeşit ehl-i cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar, Peygamberi bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler. O noktada cahil kalıyorlar. Marifet-i İlâhiyeye karşı yalnız لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ biliyorlar. Bunlar ehl-i necat olabilirler.
Fakat Peygamberi işiten ve dâvâsını bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenâb-ı Hakkı tanımaz. Onun hakkında yalnız لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ kelâmı, sebeb-i necat olan tevhidi ifade edemez. Çünkü o hal, bir derece medar-ı özür olan cahilâne adem-i kabul değil; belki o kabul-ü ademdir ve o inkârdır. Mu’cizâtıyla, âsârıyla kâinatın medar-ı fahri ve nev-i beşerin medar-ı şerefi olan Muhammed Âleyhissalâtü Vesselâmı inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette hiçbir nura mazhar olamaz ve Allah’ı tanımaz... (Risale-i Nur Külliyatı / Mektûbat / 26. Mektub / 4. Mebhas / 5. Mes’ele)
--------
Hem kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır. “Adem-i kabul” bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve câhilâne bir hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz. Amma inkâr ise, o “adem-i kabul” değil, belki o “kabul-ü adem”dir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur. (Risale-i Nur Külliyatı / Mektûbat / 26. Mektub / 1. Mebhas)
--------
Neden bir cüz-ü hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen Müslüman olmaz? Halbuki, Allah ve âhirete iman, birer güneş gibi o karanlığı izale etmek lâzım geliyor. Hem neden bir rükün ve hakikat-i imaniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbuki sair erkân-ı imaniyeye imanı varsa, onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor.
Elcevap: İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar. Çünkü, herbir rükn-ü imanî, kendini ispat eden hüccetleriyle, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i âzam olur. Öyle ise, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında birtek rüknü, belki bir hakikati iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir…
Demek imanın altı rüknü birbirlerinden ayrılmaları mümkün değildir. Herbirisi umumunu ispat eder, ister, iktiza eder. O altı, öyle bir küll ve küllîdir ki, tecezzî kabul etmez ve inkısamı imkân hâricindedir. Nasıl ki, kökü göklerde tûbâ ağacı gibi, herbir dalı, herbir meyvesi, herbir yaprağı, o koca ağacın küllî, tükenmez hayatına dayanıyor. O kuvvetli ve güneş gibi zâhir o hayatı inkâr edemeyen, birtek muttasıl yaprağın hayatını inkâr edemez. Eğer etse, o ağaç, dalları ve meyveleri ve yaprakları sayısınca o münkiri tekzip edecek, susturacak. Öyle de, iman, altı rükünleriyle aynı vaziyettedir…
Ve tam anlaşıldı ki, bir Müslüman bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr etse, küfr-ü mutlaka düşer. Çünkü, başka dinlerin icmallerine mukàbil İslâmiyette tam izahat verilmiş, rükünler birbiriyle zincirlenmiş. Muhammed Âleyhissalâtü Vesselâmı tanımayan, tasdik etmeyen bir Müslüman, Allah’ı da sıfâtıyla daha tanımaz ve âhireti bilmez. Bir Müslümanın imanı o kadar kuvvetli ve sarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki, inkârda hiçbir özür kalmıyor, âdeta akıl kabulde mecbur oluyor. (Risale-i Nur Külliyatı / 11. Şuâ / 9. Mes’ele)
6) FETÖ’nün dinimizi tahrif çalışmalarından diğer bir örnekte; Zaman Gazetesi’nin seneler önce okuyucularına dağıttığı Kur’ân meâl / tefsiri üzerinden; hem de bunu (Allahû Teâlâ rahmet eylesin) merhum Elmalılı Hamdi Yazır’a isnad ve iftira ederek yapması! Bunu da Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” isimli tefsirini, “sadeleştirme” adı altında, eserin orjinalini tahrif ederek yapması! Evet 70 küsur sene önce yazılmış esere, “sadeleştirme” diye yapılan tahrifatttan başkası değildi!
Örneğin: Eserin orjinalinde “Senden evvel de resul olarak başka değil, ancak kendilerine vahy veriyor idiğimiz erler göndermişizdir, ehl-i zikre sorun bilmiyorsanız” (Nahl Suresi, 43. Âyet) ifadesi, Diyalogçu FETÖ’nün elinde “(Ey Peygamber!) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız Tevrat ve İncil Âlimlerine sorun” şeklinde tahrif edilerek; âyette geçen “ehli zikir”, ‘Tevrat ve İncil Âlimleri’ne dönüştürülmüştür!
1400 küsur senedir, tüm meâl ve tefsirlerde “bilenlere sorun” şeklinde anlaşılan ve anlatılan “ehli zikre sorun” ifadesi; üstelik âyetin siyak – sibak / kontekstine de uymayan; yani anlam ve bağlamının da reddettiği “Tevrat ve İncil Âlimlerine sorun” diye tahrif ediliyor! (Misâlen: Diyanet’in meâlinde âyetin anlamı: “Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun” diye geçiyor.)
Aşağıda Elmalılı merhumun âyetin meâlini verdiği orjinal metin, diğeri de Diyalogçu FETÖ’nün elinde; peygamberler hakkında bilgi almak için bizi, doğruyu yanlışla karıştırmış Yahudi ve Hıristiyan dinadamlarının bilgi ve şahitliğine başvurmaya çağıran tahrif edilmiş hâli:

-
Vahiy / Nübüvvet’in; Varlık aç... Vahiy / Nübüvvet’in; Varlık açısından Ontolojik Değeri nedir? Eklenme: 26 Mart 2018
-
Metabilim: Sihrin Yapısı Yeni bir Bilim Anlayışının İnşasında, İslâmî bir Epistemoloji Ö... Eklenme: 21 Kasım 2017
-
Bilim’den Büyüklere Masallar! Yeni bir Bilim Anlayışının İnşasında, İslâmî bir Epistemoloji Ö... Eklenme: 13 Ekim 2017
-
Yeni bir Bilim Anlayışının İnş... Bilimsellik Paradigması hangi kapıları kapatıyor? Eklenme: 10 Ağustos 2017
-
Bilim ateizme Alet edilmiyor, ... Yeni bir Bilim Anlayışının İnşasında, İslâmî bir Epistemoloji Ö... Eklenme: 20 Haziran 2017
-
Yeni bir Bilim Anlayışının İnş... Bilgi’nin değil, Bilim’in İslâmileştirilmesi: İslâmî B/ilim Eklenme: 25 Nisan 2017
-
Algı ve Davranışlarımız, Niçin... İnkâr edemiyorsan, Unut! / İnkâr edemediğimizi, Unutarak kendim... Eklenme: 13 Mart 2017
-
Algı ve Davranışlarımız, Niçin... Hepimiz Manevî olarak Hastayız ama Farkında Değiliz Eklenme: 14 Şubat 2017