Aldatıldık
Yıllar öncesinde, ana okulundayken yaşadığım ve hiçbir zaman unutamadığım bir hatıram vardır:
İlk öğretmenimin erken yatmamızı sağlamak için uyguladığı bir yöntemi vardı. Belki kendince geçerli ve yaptırım gücü oldukça yüksek bir yöntem: Bize söylediği saatte yatmalıydık, kendisinin kuşları vardı ve pencereden bize gönderdiği bu süper kuşlar, bizi gözetler, uyanık olduğumuzu görürlerse gelip ona haber verirlerdi. Bu durum da ben dahil hiçbir çocuğun istemeyeceği bir durumdu ve bir türlü uyku girmeyen minik gözlerimi, pencerenin hemen önündeki yatağımın içine iyice gömer, uyuyamamanın verdiği sıkıntıyla birlikte, öğretmenin muhbir kuşlarından saklanmanın heyecanıyla güç bela uykuya dalardım. O küçük yaşlarda, uyuyamadığım gecelerde yaşadığım bu durum en büyük stres kaynağımdı. Ne komik geliyor kulağa değil mi, eminin öğretmenim de zamanında çok eğlenmiştir, yaptığı yanlışın farkında bile olmadan rahatça uykuya dalmıştır geceleri.
Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken, bu yalanların benim çocukluğumdan yirmi yıl geçse de halen sürdüğünü fark ettim ve gerçekten çok üzüldüm. Önce kendi kandırılan masumiyetime, sonra da günümüzde büyümeye çalışan çocukların yaralanan hallerine.
Yeni kreşe başlamıştı, arkadaşın oğlu, henüz 6 yaşında. Daha ilk haftada öğretmenden dâhiyane tehdidi almıştı. Odasında kamera vardı ve eğer annesini üzerse öğretmeni o kameradan görürdü bütün yaptıklarını. O yüzden o odada her şeyi yaptırabiliyordu annesi. Sonuç; annesinin istediği her şeyi yiyen, istediği her şeyi yapan uslu bir çocuk…
Bir hastanede karşılaştığım manzara da çok farklı değildi. Koridorda diş randevusu için sıra bekleyen annesini beklemekten sıkılan bir kız çocuğu, haklı olarak biraz hareketlenince annesinin en hızlı çözümü olmuştu, güvenlik kameraları… “Bak bu kameralardan seni izliyorlar, yaramazlık yapan çocukları cezalandırıyorlarmış.” Sonuç; istenilen, sesi çıkmayan, hoplayıp zıplamaktan mecburen vazgeçen, tornadan çıkmış, bir robot…
Gerçekten bir robot değil midir böylesi? Japon işi diye bir film vardı, eskiden, Kemal Sunal’ın Fatma Girik’le oynadığı bir film… Kendisine kavuşamayınca sevdiği kadının robotuyla mutlu olmaya çalışıyordu genç adam filmde. İstenilen böylesi bir robot mu çocukları korku ve kaygı tufanlarına bile bile iterken, hem de acımasızca savruluşlarını seyrederken? Bizler büyüğüz ya, ne eğlenceli(!) değil mi küçük zannettiğimiz yalanlarımızla çocuklarımızda büyük(!) sonuçlar elde etmek? Terbiye ve eğitim yönteminde eksik ve yetersiz kalan kişilerin başvurduğu yöntem değil midir, bu ahlak dışı ve vicdana sığmayan “aldatma” davranışları?
Bir robot mu istiyoruz gerek eğitim camiası, gerekse anne babalar olarak? “Sus” deyince sussun, canı istemiyorsa bile yesin, yeter ki bizim dediğimiz yapılsın. Biz istiyoruz ya, yapılacak! Bu yöntemler bir diktatörlük değil midir aslında? İradesini kullanamayan nesiller böyle ortaya çıkmıyor mu? Söylenilen ve istenilen her şeyi yapan, düşünmeyen, idrak etmeyen en önemlisi de hissedemeyen bir çocuk, korku ve kaygı dolu bir zihin, ürkek bir yürek, güven duymayan ve dolayısıyla güven vermeyen bir karakter…
Tercüman oluyor içimdeki feverana, aldatıldığımızı düşündüğümde kulağımda canlanıveren şarkı sözleri:
Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne/Aldatıldık, aldatıldık dünya böyle değil…/Ufalana ufalana kaç kuşak /Eridik bu yollarda/Kimimiz yerle yelsan/Kimimiz zorla ayakta/Kolu kanadı kırık kuşlar gibiyiz…
Eriyen masumiyetimiz, bozulan kişiliğimiz, kaybolan irademizle kolu kanadı kırık kuşlar gibiyiz… Uçmak isteyip de uçamayan, yapmak istediklerini bir türlü gerçekleştiremeyen… Belki zor da olsa hayaller kuran, ama o hayallerini gerçekleştirme gücünü kendinde bulamayan… “Hayır.” diyemeyen, yersiz korkular, kaygılarla hayatı kendine zindan eden…
Kim yapıştıracak şimdi kanatlarımızı yerine? Kim anlayacak halimizden? Daha da önemlisi artık kim “Dur!” diyecek bu zehirli aldatma girişimlerine?