İNSANI YÜCELTEN DAVRANIŞ BİÇİMİ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Büyük Türk Hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman zamanında cereyan etmiş şöyle ibretli bir olay anlatır:
Belgrat’ın zaptında, Mohaç Meydan Muharebesi’nde bulunarak mühim hizmetler ifa etmiş olan meşhur Bali Bey, 1531’de Kanuni’ye bir mektup yazarak hizmetlerini sayıp dökmüş, bütün bunlara mukabil kendisine bir tuğ verilmesini istemişti. Kanuni, Bali Bey’e:
“- Din-i İslam ve devlet-i âliye-yi Osman için yaptığın hizmetler yanımızda zayi olmamıştır. Berhüdar olasız, Allah sizden razı olsun. Hizmetlerinize mukabil tarafımızdan bir tuğ verilmesini istiyorsunuz. Biz size bir tuğ değil, emirü’l-ümeralık vermekte tereddüt etmeziz. Lakin bunlar ile gururlanma. Her şeyi Allah’tan, her şeyin Allah’ın olduğunu bil. Her şeyi bizim rızamızı değil, Allah’ın rızasını tahsil için yap. Sakın hataya düşüp de biz fani kullardan bir şey isteme hatasını irtikap etme ve kendini yanımızda küçültme ve kimsenin minneti altına girme” diye cevap vermişti.
İnsanı Yücelten
Evet insanı yücelten, değerli kılan, kendi menfaati için, kendi çıkarı için yapmış olduğu şeyler değil, hasbî olarak, Allah rızası için yapmış olduğu ibadetleridir, işleridir, tutum ve davranışlarıdır. Nitekim Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerimde şöyle buyurur:
“İşte ben sizi ateş saçan bir aleve karşı uyardım. O ateş, ancak dini yalanlayıp yüz çeviren kötüler girer. Ama Allah’a karşı gelmekten çok sakınan ve gönlünü arındırmak için Allah yolunda mal harcayan ise ondan uzak tutulur. O, verdiğini kendisine yapılan bir iyiliğin karşılığı olarak vermez. Verdiğinden ötürü hiç kimseden mükafat da beklemez. Sadece ve sadece Yüce Rabbini razı etmek ister. Ve buna kavuşarak elbet kendisi de ahirette hoşnut olacaktır.” (Leyl Sûresi, 14-21)
Meallerini kaydettiğimiz bu ayetlerde iki zıt örneğe dikkat çekilmektedir:
Birincisi Yüce Allah’ın göndermiş olduğu dini, koymuş olduğu hükümleri, yalan sayar, ona inanmaz, ondan yüz çevirir, kendi heva ve hevesine uyar. Neticede cezasını bulur, hak ettiğini çeker.
İkincisi ise Allah’ın göndermiş olduğu dine inanır, ona karşı gelmekten son derece sakınır, malını başkalarına gösteriş için, riya için değil, Allah rızası için sarfeder. Bununla içini dışını temizlemek, kötü duygulardan, kötü tutum ve davranışlardan arınmak ister. Bu da Allah’ın hoşnutluğunu kazanır, mükafatına nail olur.
Bu iki davranış türünü sergileyen insanlar o sûrenin indiği dönemde Mekke toplumunda mevcut olduğu gibi, günümüz toplumunda da mevcuttur. Zaten yüce kitabımız Kuran’ın mesajları belirli toplumlarla sınırlı değildir, her asır ve her yerdeki insanlara yöneliktir.
İki Davranış Biçimi
Bu iki tür davranış biçimi elbette bir değildir, biri Allah’ın rızasını elde eder, hoşnutluğunu kazanır, diğeri ise azabını, gazabını. “Allah’ın rızasına uyan, O’nun rızasını elde etmek için gayret gösteren kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O ne kötü varılacak yerdir.” (Ali İmran, 161)
Yüce Rabbimiz, kendi rızası için çalışan, kendi rızası için iyilik yapan ve güzel davranışlar içerisinde bulunan kullarını övmekte ve onlara mükafat vereceğini vaadetmektedir: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara, 207)
Nisa sûresinin 114. ayetinde sadaka ve insanlar arasını düzeltmek gibi birtakım iyiliklerden bahsedildikten sonra “Kim bu iyilikleri Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa biz ona büyük bir mükafat vereceğiz.” buyrulur. Bakara sûresinin 265. ayetinde mallarını Allah yolunda harcayanlara kat kat mükafat verileceği belirtilir.
Bütün Peygamberler Allah’ın rızasını kazanmak için olanca güçleriyle çalışırlar, çaba gösterirler, bu hususta kendilerini muvaffak kılması için Allah’a dua ederlerdi. Kur’an-ı Kerimden öğrendiğimize göre Hz. Süleyman şöyle dua ediyordu: “Ey Rabbim, beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın yararlı işler yapmaya sevket ve beni rahmetinle salih/yararlı işler yapan kullarının arasına kat.” (Neml, 19)
Peygamber efendimiz de Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutar, ümmetine de bunu kazanmanın yollarını gösterirdi. Bir hadis-i şeriflerinde bizi Allah’ın rızasını kazanmaya götürecek davranışları beyan ederek şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah Teâlâ üç şeyi yapmanıza razı olur, üç şeyi yapmanızdan da hoşlanmaz:
1- Ona ibadet etmenize,
2- Hiçbir şeyi ortak koşmamanıza,
3- Hep birlikte Allah’ın ipine sarılıp tefrikaya düşmemenize razı olur.
1- Dedi kodu yapmanızdan,
2- Lüzumsuz çok soru sormanızdan,
3- Malı ziyan etmenizden de hoşlanmaz.
Hz. Ebu Bekir Sahabe-i kiram da Allah rızası için çalışır, O’nun rızasını her şeyin üstünde tutarlardı. Rivayete göre Hz. Ebu Bekir’in güçsüz, düşkün köle ve cariyeleri hürriyetlerine kavuşturmak için mal sarfettiğini gören babası:
“- Ey oğul! Görüyorum ki zayıf olanları kurtarıyorsun. Eğer sağlam ve genç olanlar için aynı malı sarfedersen onlar senin için bir güç olur” dediği zaman, Hz. Ebu Bekir şöyle cevap vermiştir:
“- Ey babacığım, ben Allah katındaki mükafatı bekliyorum.”
İşte yukarıda meallerini kaydettiğimiz Leyl sûresinin 14-21. ayetleri böyle bir olay üzerine inmiştir. (Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an, VII, 149)
Peygamber efendimizin hazarda ve seferde müezzini olan Bilâl-i Habeşî ilk Müslümanlardandı. İslama girdiği zaman azılı müşriklerden Ümeyye b. Halef’in kölesi idi. Müslüman olduğu için kendisine çok eza ve cefa yapıyordu. Bunu gören Hz. Ebu Bekir Bilal’i efendisinden satın alarak hürriyetine kavuşturmuştu. Bilal Peygamber efendimize son derece bağlı idi. Onu bütün benliği ile aşk derecesinde severdi. Onun için Hz. Peygamberin vefatından sonra sevgilisinden ayrı olarak Medine’de yaşamaya tahammül edemiyordu. Halife Hz. Ebu Bekir’den, müezzinlikten affını dileyerek Medine dışına gitmek istemişti. Hz. Ebû Bekir onun Medine’yi terk etmemesi için ne kadar ısrar etmişse de Bilâl:
“- Eğer beni Allah için azad ettin, hürriyetime kavuşturdun ise bırak istediğim yere gideyim. Yok eğer kendin için azad ettinse beni yanında alıkoy.” demişti. Ebu Bekir onu elbette Allah rızası için azat etmişti, başka türlüsü düşünülemezdi. Onun için Bilal’e:
“- İstediğin yere git” buyurmuş, o da Şam’a gitmiş, cihadla meşgul olmaya başlamıştı.
En büyük Arzu Kulun en büyük arzusu Yüce Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Allah’ın rızası her şeyin üstündedir. Kur’an’ın ifadesiyle: “Allah’ın rızası her şeyden büyüktür.” (Tevbe, 72) Sahabe-i kiramdan Ebu Said el-Hudrî (r.a.) Allah Resulünün şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Yüce Allah Cennet ehline:
“- Ey Cennet ehli!” diye hitabeder. Onlar da:
“- Buyur yâ Rabbî, emrini yerine getirmekle mesut oluruz” derler. Yüce Allah:
“- Size verilen bu nimetlerden razı mısınız?” der. Cennet ehli:
“- Nasıl razı olmayalım ki sen bize yaratıklarından hiç birine vermediğin nimetleri verdin” derler. Cenabı Hak:
“- Size bundan daha faziletlisini vereyim mi?” buyurur. Onlar:
“- Ey Rabbimiz, bundan daha üstün ne olabilir?” derler. Bunun üzerine Cenabı Hak:
“- Size rızamı indireceğim/sizden razı olacağım ve bundan sonra ebedi olarak da size gazap etmeyeceğim” buyurur. (Buhari, Rikak, 50; Müslim, Cennet, bab, 3)
İşte bunun içindir ki Allah’ın güzel kulları hep O’nun rızasını aramışlardır. Onlar ne varlığa sevinirler, ne yokluğa yerinirler, Allah’ın rızasıyla avunurlar, gayeleri Allah’ın rızasını elde etmektir. Yunus Emre ne güzel söylemiş:
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni.
Yunus durur benim adım, gün geçtikçe artar odum.
İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni.
Biz ibadet ve diğer işlerimizi Allah rızası için yapar, neticede Allah’ın takdirine rıza gösterirsek Allah da bizden razı olur. O bizden razı olunca bizi mükafatlandırır ve razı eder. Onun için Kur’an-ı Kerimde Allah’ın iyi kullarından bahsedilirken: “Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuştur.” buyrulur. (bk. Maide, 119; Tevbe, 100; Mücadele, 22; Beyyine, 8)
Rıza Nedir? Rızanın bir başka boyutu da, Allah’ın emri, takdiri karşısında kulun itirazsız boyun eğmesi demektir. Hakka teslim olmuş bir kul başına gelen her şeye rıza gösterir, bunu “lütfun da hoş, kahrın da hoş” diyerek kabul eder, itiraz etmez, sızlanmaz, Hakkın hiçbir tecellisinden şikayetçi olmaz. Şair ne güzel söylemiş:
Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül yahut diken,
Ya hil’at ü yahut kefen,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş.
Büyük mutasavvıflardan Ebu Bekir Şiblî hapiste bulunduğu sırada dostları kendisini ziyaret etmeye gelirler. Şibli onlara:
“- Siz kimsiniz?” diye sorar. Onlar da:
“- Biz senin arkadaşların ve dostlarınızız.” derler. Bunun üzerine Şiblî onları taşlamaya başlar. Kaçtıklarını görünce de:
“- Sizi gidi yalancılar, dost olduğunuzu söylüyorsunuz, ama taşlarıma dayanamıyorsunuz.” diye karşılık verir. (H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.176)
Tasavvufta, rıza yoluna girmek yenmesi zor bir lokmaya benzetilmiştir. Buna rıza lokması denir. Buna işaret eden Pir Sultan bir beytinde şöyle der:
Güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi?
Bu bir rıza lokmasıdır yiyemezsin demedim mi?
Yüce Rabbimiz cümlemizi rızasına uygun hareket eden ve kendilerinden razı olduğu kullarından eylesin. METİN ALKAN
EĞİTİMCİ YAZAR
Dipnotlar
Buhari, İstikraz, 19, Edeb, 2; Müslim, Akdiye, 10, 12, 13