Mızrak uçlu sevdalar dolanırken ömrüme,
Yaklaştıkça ömrümü okşayan acı var tende,
Gülümsemelerin nabzında, tam on ikiden vurur ya hayat,
İmtihan ya bu; boğulur kalırız acıların en koyusunda,
İnşirah, inşirah, inşirah…
Ya Rabbi! Şu aciz kuluna inşirah…
Saat gece yarısı, gökyüzünü sıksan sağanak sağanak rahmet boşalacak. Rahmet değecek günahkâr kaldırımların, serkeş yüzüne. Bulutların arasından sızan ışık, letaifi duyguları okşayan rüzgâr ve kulaklarımı rahatsız eden o gök gürültüsü. Huzursuzluk yayıldıkça sineye, adım adım geri çekiliyorum gök yüzünün sakıncalı ışıklarından…
Usul usul rahmet yağıyor. Gönlüm, gözüm, ruhum hoş. Yürek harbinde yaralı düşmüş dualar var. Gecenin sessizliğinde yürekten dile dolanan, avuçları semaya bakan aciz bir kulun yakarışlarıyla ıslanan cümleler var. Rahmetin bağrına yaslanan duaların nabzına değen o şiddetli gök gürültüsünde, korkunun derinliklerinde, yüreğim sesleniyor; ya Kerimullah, rahmetini umarak semaya açmış olduğum avuçlarımın arasından, gazabına şahitlik ediyor ve “yeryüzüne değen her yağmur tanesi rahmetin ise bu şiddetli gök gürültüsü gazabındır,” diyorum. Hadis-i kutsi de buyurduğun gibi ; “Muhakkak benim rahmetim gazabıma galebe çalar. Benim rahmetim gazabımı geçmiştir.” Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere, kulaklarımın ve gözlerimin şahitlik ettiği, rahmetinin içindeki gazabından sana sığınırım. Sana sığınırım ya Rabbi, sana sığınırım.
Fani yakarışların bağrında inleyen yüreğim, bekaya uzanan duaların telaşında… Sabırsızlığın çaldığı kapıyı, günahkâr dillerin aralayışı, kayboldu kaybolacak bu can, can evinde can verdi verecek, ah bu can… Korku ile ümit arasında, fani dünyanın fani adımlarıyla sırat-ı müstakimin başucuna, yara bere içinde iman davasında çığlık çığlığa, kalem mürekkebe veda edecekken, hasretin tam da ortasına düşüyor o büyük, şiddetli gök gürültüsü, odam aydınlanıyor, yüreğim telaşlı ve şöyle dile geliyor;
“Ve gök gürültüsü de bazen işte o çalar saattir... Rahmetin içindeki gazaba çalan saattir...!”
Dua ile…