TAĞUT
İman, önce inkâr ile reddiye ile başlar. Mâkul her inkâr bir hakikati beraberinde getirir. İmanın öncülü âlemlerin yüce yaratıcısını tanımak ve kabul etmektir. Ve Allahü tealayı, vermiş olduğu hayatın merkezine almaktır. Çünkü iman esaslarının istikameti hayatın varlığını ve anlamını yüce yaratıcıya olan bağlılık ve ubudiyet olarak göstermektedir. Allahtan başka ilah olmadığını dil ile ikrar, kalp ile tasdik eden her mümin aynı zamanda ilahlık iddiaları olan her ne varsa aynı anda inkâr etmiş olur. İşte bu yüzden iman, hem inkârdır hem de kabuldür.
İslamlık açısından inkârı makbul olan tağuttur. Her mümin “La İlahe İllallah” derken Cenabı Hakkın haricinde hiçbir ilah yoktur diyerek ilkin Tağutların inkârını yapar. Nitekim bahse konu olan, bir tek ilahlık sıfatını almak çabasında değildir. Bu sebeple mefhumun dar kalıplarla sığ tanımlarla izahı mümkün olmuyor. Kuran’ı kerim’de “Kim Tâğut’u tanımayıp Allah’a iman ederse, kopması imkânsız olan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir” Bakara suresi 256. Ayeti kerime de bahsi geçen Tağut kelimesi hakaiki islamiyenin ve sahibi şeriatın tam karşısına konumlandırılmış vaziyettedir. Öyle ise tağut ile ifade edilmeye çalışılanın, Kuran karşısında oluşturulan bir safın, bir cephenin varlığıdır.
Tağut, Kuranın bir terimidir. Bu sebeple Kuran’ın Tağut ile ilgili açıklamaları tüm ehlisünnet itikatlarında temel kaynak olmak durumundadır. Diyanet’in İslam Ansiklopedisi mefhumu ayeti kerimelerle ve devrin hadiseleri ile açıklıyor: “Tâgūt kelimesinin yer aldığı sekiz âyetten ikisi İslâmiyet’in Mekke döneminde nâzil olmuştur. Nahl sûresinde geçen âyette (16/36) her ümmete bir peygamber gönderildiği, bunların temel hedeflerinin insanlara tâgūttan uzak durup sadece Allah’a kullukta bulunmayı telkin etmekten ibaret olduğu belirtilir. Zümer sûresindeki âyetlerde ise (39/15-17) Allah’tan başkasına kulluk edenlerin hem kendilerini hem etkileri altında kalan kişileri hüsrana sevk ettikleri bildirildikten sonra puta (tâgūt) tapmaktan sakınıp yalnız Allah’a yönelenlerin ebedî mutluluğa ereceği haber verilir. Medenî sûrelerde yer alan âyetlerde (el-Bakara 2/256-257; en-Nisâ 4/51, 60, 76; el-Mâide 5/60) hak dine karşı çıkan bâtıl ehli ve şer odakları konu edinilmiş, bunlara değil Allah’a iman etmenin, tâgūtu değil Cenâb-ı Hakk’ı dost edinmenin ve anlaşmazlıkların çözümü için O’nu hakem kabul etmenin önemi vurgulanmıştır.”
Tağut, kelimesinin bir diğer anlamı ise haddi aşan, sapkın olan, isyan edendir. Üzerine basarak ifade etmek gerekir, Tağut bir Kurani terimdir. Bugün genellikle Radikal İslamcı diye tabir edilen gruplar hedef oluşturmak için bu sıfatı sıkça kullanmaktadırlar. Onlar için İslam dinine mensup olsun ya da olmasın eğer fikriyatları ekseninde bir yaşam tarzı, düşünce tarzı söz konusu değilse ya tağutidir ya da bidattır. Onların itikadı ile kavram, beşeri ideolojilerle bağdaştırılarak Rabbin âli ve âlâ sistemine muhalefet ediyormuş gibi yaftalanmış. Böylelikle inançlı ya da inançsız tüm insanlık büyük bir suç istinadı ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bu hatalı yaklaşıma karşı düşünülmesi gereken Kuran’ı kerimin bütününden, temel felsefesinden uzak bir mesajı gündeme getirmeyeceğidir. Kuranın temel felsefesine nelerin dâhil olduğunu bilmek bâtılı tasvir edebilmek adına çok şey kazandırır.
Mefhumun etimolojik kökleri ve ifade ettiklerine bakılacak olursa mahiyeti itibariyle de muhteliftir. Cahiliye devri, Tağut’u putlarla ifade edecektir, Ahir devrin Tağutu ise muhtelif ve birçok yerde perdelidir. Her iki devrin içtimai yapısı, doğal olarak bu iki ayrı sonucu ortaya çıkarır. Ve her insanın idrakinde bulunacağı bir görüntü ile inkişaf etmeyebilir. Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri: “Otuz seneden beri iki tâğut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri âlemdedir. Biri ene'dir, diğeri tabiattır. Birinci tâğutu gayr-ı kastî, gölge vâri bir ayna gibi gördüm. Fakat o tâğutu kasten veya bizzat nazar-ı ehemmiyete alanlar, Nemrud ve Firavun olurlar." Yani İnsanın benlik, nefis mücadelesi, Tağut ile mücadele olarak üstat tarafından ifade edilmiştir. Nefsin istikametinde bir seyahatin tağuti olduğunu bildirir. Üstadın ifadesinden anlaşıldığı üzere; bilerek ve isteyerek benliğinin hizmetine girmiş, Sırat-ı Müstakimi aklının ucundan bile geçirmeyen ruhlar ve kalpler, birinci tağut olarak ifade buluyor.
"İkinci tâğut ise, onu İlâhî bir san'at, Rahmânî bir sıbğat, yani nakışlı bir boya şeklinde gördüm. Fakat gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilir ve maddiyunlarca bir ilâh olur. Maahaza, o tabiat zannedilen şey, İlâhî bir san'attır. Cenab-ı Hakka hamd ve şükürler olsun ki, Kur'ân'ın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tâğutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi." Piri mugan, ikinci tağutu ise sebeplerle açıklanan bir kainat sistemi, âlemi algı aktlarının duyumlarıyla sınırlayarak ilahi sanatı görmemek, görememek olarak izah etmiştir.