Anne rahminde örttüğün gibi ört. Dünyaya ağlayarak geldiğimdeki gibi ört beni. Büyürken yaptığımız hatalarda örttüğün gibi ört beni. Ört beni Rabbim dünya da ve ahirette ört beni... Dünya döndükçe bizde imtihanlar etrafında ya da imtihanlar bizim etrafımızda döner durur. Allah bizim daha iyi olmamızı istediği için imtihana tabi tutar. Daha iyi olabilmemiz için adeta ısrar eder. Bu süreçte yanlış kararlar vererek yanılgılar arasında kaldığımızda olur; güzel sonuçlarla bir sonraki aşamaya geçtiğimizde. Ama her ne olursa olsun Allah, kulun kulluğunu her daim sınar. Ve sınarken de asla onu utandırmaz, onu sorduklarıyla pişman etmez, onun ayıplarını açmaz. Biz insanlar nasılız peki? Birbirimizde gördüğümüz eksikliklerdeki bakış açılarımız nasıl? Kusur aramak mı, sadece gördüğümüzü söylemek mi, suçlamak mı yoksa kendi isteğimize göre kişileri değiştirmek mi? Ya gördüğümüz kusurlar karşısındaki kalbimize gelenler nasıl? İnsanların ayıplarını bir çırpıda yüzlerine vurmak mı yoksa kusur örtücü olmak mı? Tartışırken konuları geçip haddi aşarak inançlara saldırmak mı? Bu soruları kendimize sorarken, kendimizden mesul olduğumuzu unutarak mı yaşıyoruz. Bencilliğimizi kontrol edemeden mi hayat yokuşunu tırmanmaya çalışıyoruz. Ya sonrasında... Mesul olduklarımızı da mı kendi bencilliğimize alet ederek adaletsizlik çukurlarına sürüklemeye çalışıyoruz. Yaşamamızın gayesi herkesi kendi düşüncelerimize mi uydurmak yoksa kâinatının Sahibinin nasıl istediğine mi uymak? Hangisi? Kâinat kâtibinin okuyucusunun (sav) ahlâkıyla mı ahlâklanmak ya da etrafımızdaki insanların bizleri görmek istedikleri gibi mi ahlaklanmak gerekli? Aslında bu iki soru hayatımızın yönünü ciddi manada değiştiriyor. İnsanların cahilce uydurdukları gelenek adı altındaki birçok davranış modellerine saplanarak hem kendimizi hem de sonraki nesilleri mutsuzluğa sürüklememiz ne kadar doğru olur. Çoğu insan kendi yanlış kalıplarından çıkamadıklarından dolayı başkalarını da o kalıbın içine sığdırmaya çalışırken nasıl bir zulmün içinde olduğunu göremiyor. Hayatı kendisine zehir ederken mesul olduklarının da hayatını zehir ettiklerinin farkında değiller. Dünya hayatı kısacık bir zaman diliminin içine sığdırılmış görüntülerdir. Nakkaş-ı Ezelinin yaratmış olduğunu bu güzel görüntüleri seyrederek şükürler içinde hayat yolundan bitiş çizgisine gitmek varken neden nefsimizin kölesi olarak başkalarını da kendi nefsimize köle yapalım. Bazı insanlar ısrarla ve inatla kendi dedikleri olsun diyerek yıktıklarının peşinden giderken nasıl hesap vereceklerini unutmuşlar zannımca. Peygamberimiz (sav) hadis-i şerifinde açıkça beyan etmişken bu kadar sağır olamayız."Fitne çıkarmak, iki kişinin arasını bozmak maksadıyla söz dolaştıran (fesatçı- koğucu) kimse, Cennete giremez." (Müslim, İman 168) Giden gelmiyor, gelenler de kalmıyor. Bundan dolayı yıktıklarımızı yeniden inşaa etmeye çalışsak da eskisi gibi olmayacak. Güzel şeylerin lezzetini ilk anda hissettiğimiz gibi kalması için çaba harcayalım. Elimizdekileri kaybettikten sonra ağlamanın sızlamanın anlamı olmayacaktır. Hayatı birileri için yaşayacaklara sesleniyorum! Birileri ölümü tattıktan sonra yaşam gayelerinizin yönü değişecek mi? Yoksa bu sefer başka birilerini bularak onların istekleri doğrultusunda mı yaşayacaksınız? Ey Rabbim! Hayat gayem hata aramak değil, Settar ismine ayine olmak ve aynı zamanda yanlışın karşısında dirayetle durarak adil olabilmek. Şüphesiz ki Sen kalplerin derinliklerinde olanlarına şahitsin. Hayatlarımızı Allah rızası için yaşamak duası ve çabasıyla...