Sorun… İnsan…
Sorun olan insanın çözümlenmesi…
Tüm mesele ‘’çözümlemek ya da çözümleyememek…
’’ Yaratıcı insan ve yaratılan insan… Gelmişiyle geçmişiyle yaratılmışlığını aşarak, taklid-i yaratımıyla birlikte kainatı aşmaya çalışır beşer- i mahlukat. Taklid-i yaratım ünlü filozof Berkeley’ın düşünce alanına girmektedir. Berkeley’ e göre varolan herşey mükemmel olan tanrıdan ileri gelmektedir. İnsan ise açık ve net tasarımlıyor ama mükemmel olarak tasarımlayamıyor. Algılayarak ve algılanarak varoluyor. ‘’Beşer bir ‘’imek’’ tir (sein). Buna karşın (aslolan) insan ‘’olmak’’ tır (werden). ‘’Beşer’’ olarak doğulur, fakat ‘’insan’’ olmak aşamalı bir süreci ifade eder.’’[1]
Yani beşer olarak doğan ve kainata sığdırılan mahlukat, insan olmaya çabasındaki kainata sığmama sürecini gerçekleştiriyor. Bu bir ‘’aşım’’ sürecidir. Bu aşma ise tarihle, toplumla, doğayla ve insanın kendisiyle oluyor. Seyyid Hüsameddin Hazretleri der ki ‘’Kur’an’ın levhi mahfuzu insandır.’’ Bununla yola çıkacak olursak tarih, toplum ve doğa insana mahsustur. İnsanın bakması ve görmesinin ardındaki zahiri aydınlık, görünenlerin gerçekliği ile görünmeyenlerin daha da gerçekçiliğini ifade etmektedir. Bu aşım süreçlerindeki amaç değişmeyen kudret olan tanrının ebedi, sonsuz ve mutlak olan aşkına ulaşmadaki yolculuktur. (Bu aşımda insan aslında tanrıya ulaşma düşüncesindeyken bazen sapma olayları söz konusu olabiliyor.)
Bu çerçeve içerisinde ele alınacak İNSAN HZ.MUHAMMED (SAV)’ dir. Hz.Muhammed (sav)’ de beşerin bütün aşımı, hatta ve hatta Miraç hadisesiyle birlikte ‘’İNSAN’’ olma sürecinin aşımını gerçekleştirdiği görülmektedir. Bunu daha da aydınlatacak olursak ‘’İslam kozmolojisinde kuşkusuz en önemli görülen olay, Hz.Peygamber’ in ‘’İsra’’ suresinde bildirilen, Mekke’ den Kudüs’ e olan yolculuğunu takiben, ‘’MİRÂÇ’’ olarak bilinen ilâhi âlemlere yükselmesidir. ‘’İnsan-ı Kâmil’’ olan Yüce Peygamber’ in geceleyin çıktığı mirâç, aslında alemin kendi kaynağına dönmesi olayından başka bir şey değildir.’’ [2]
Bununla bağlantıracak olursak, tevhid meselesinin açıkça zuhur ettiğini görebiliriz. Tevhid, insanın rûhi yapısındaki harmoniyi, akıl-irade ilişkisi içinde yaşatılması ve devam ettirilmesi demektir. Fakat bunlar çerçevesinde incelendiğinde insan da kendi içerisinde bir ayrım oluşturuyor. Çağımızdaki ‘’çağdaş insan’’ diye nitelendirilen insan; toplumun, tarihin, doğanın bir süreci içerisinde beliren inşa, beşeriyetinden sonra tekrar doğuyor.
Descartes’ ın Res cogito ergo sum[3] (Düşünüyorum öyleyse varım) insanı doğuyor. Düşünen insan varoluyor ve bunlarla birlikte başkaldırma bilinciyle harmanlanan iradi bir itaate sahip olan bir insan ortaya çıkıyor. Seçebilen bir insan… ‘’Camus’ un, ‘’Başkaldırıyorum (revolte), benliğime, egemen düzene, doğaya, topluma karşı ayaklanıyorum ve bir şeyi yadsıyıp yerine başka bir şey seçebiliyorum.’’[4] demesi. Bu insan olma aşamasının üstün sürecini gerçekleşmesidir. ‘’Bununla birlikte sonrasında illallah aşamasına ulaşmak gerekir.
La ilâhe çerçevesi içinde kalan başkaldırmanın İslâm’ da büyük bir değerinin olması, ancak bunu illallah alanına taşırmamak gerekir.’’ İnsanın 4 zindanının bu denli çağdaş bir dönemde aşılması için ‘’AŞK’’ duygusunun, olgusunun hissedilmesi gereklidir. Şu olayların ‘’umuma değil, ehl-i kalbe ve ehl-i muhabbete hususiyeti vardır.’’[5]
‘’Hem, kâinat kalbindeki ciddi aşk, bir Maşuk’ u Layezâlî’ yi gösterir.’’[6]
Kendinin esiri olan insan ‘’ ‘’Kendime malikim’’ diyen adam, ‘’herşey kendine maliktir’’ demeye ve itikat etmeye mecburdur’’ [7]vesselam.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Ali Şeriati- İnsanın Dört Zindanı
[2] Taşkın Tuna- Oku Ama Neyi
[3] Descartes
[4] Albert Camus
[5] Bediüzzaman Said Nursi- Sözler /26.pencere
[6] Bediüzzaman Said Nursi- Sözler /26.pencere
[7] Bediüzzaman Said Nursi- Sözler