Bundan yüzyıllar önce sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) aracılığı ile insanlığa bir rahmet ve tutunacak sapasağlam bir kulp olarak inmiş olan yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim bizlere ilk emir olarak “OKU” emri ile başlamıştır. Bu emrin gereği olarak biz müminlere düşen vazife yüce kitabımızı çokca okumaktır. Ümmet olarak tam hakkını veremesekte okumak konusunda gayretli olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak burada ortaya bir sorun çıkmaktadır ki;”acaba kuranın ilk emri olan okumak nasıl ve ne şekilde olmalı,nasıl anlaşılmalı?”
Bu konuda bizim sınıflamamıza göre; “İKRA’ yani OKU” emrini dört farklı anlamda anlamamız gerekmektedir ki bu anlamları şu şekilde sıralayabiliriz;
Birinci anlamda OKU emrini salt ve yalın anlamda anlamalıyız ki zaten ilk akla gelen okumaktan kasıtta budur. Yani Kuran-ı yüzünden okumaktır. Efendimiz (sas) den gelen hadisi şeriflerde de kuranı bu şekilde okumamız konusunda işaretler olduğunu biliyoruz. Mesela “sizin en hayırlınız kuranı öğrenen ve öğreteninizdir” hadisi buna en güzel misal olacaktır. Ayrıca “kuranı okurken seslerinizle güzelleştiriniz” hadisi”… ve onu okurken hüzünle okuyunuz…” ve “kuranı okurken Allah (cc) her harfine elli hasene yazar” hadisleri bu kitabın okunmasının ilk anlamının nasıl olması gerektiğini bize açıkça beyan etmektedir. Bir de şunu bilmeliyiz ki; bu okuma herkes tarafından yapılması gereken bir okumadır. Yani alimi de cahili de bu okumayı yapmalıdır. Çünkü bu okumalar rabbimizle aramızda bağlar kurulmasına sebep olacak ve mahşer günü de kuranın bizim hakkımızda şikayetçi olmasının da önüne geçmiş olacaktır.
İkinci anlamda OKU emrini şu şekilde anlamalıyız; okuduğumuz kuran-ı okumalı okuduktan sonrada onu ANLAMA çabasını göstermeliyiz. Bu çaba da müslümanım diyen hemen herkesin az çok yapması gereken bir husustur. Kuranın tamamını halk kesiminin çoğunluğunun anlamasını bekleyemeyiz. Ama her müminin kuranı yüzünden okuma konusunda ki gayreti kadar bu kitabı bir de mealinden okuma gayretinin olması ve hatta zaman zaman tefsirleri karıştırarak hangi ayetinin nasıl anlaşılması gerektiğini öğrenme çabası içinde olması gerekir. Çünkü bu kitabın oku emri sadece yüzünden anlamadan okumayı değil de okuduğunu anlamayı da içermektedir. Bu tarz bir anlama çabasını herkesten belki bekleyemeyiz ama eli kalem tutan az çok okumasını yazmasını bilen kişilerin kuranı anlama konusunda çabalarının olması gerekmektedir. Çünkü bizim aradığımız çoğu sorunun cevabı bu kitabın içinde zaten var. Bir de şunu unutmayalım ki; en basitinden birisi ile bir sözleşme yada anlaşma imzaladığımızda o sözleşmenin ne tür maddeler içerdiğine mutlaka bakarız bu kuranda bizimle rabbimiz arasında ki “kulluk sözleşmesi” dir. Doğal olarak elest bezminde “evet…sen bizim rabbimizsin” ikrarında bulunmuş bizlerin rabbimizin emir ve yasaklarını bilmek ve anlamak zorundayız. Ancak burada yine okunacak kuran mealinin ve araştırılacak tefsirlerin iyi seçilmesi de gerekmektedir. Bu konudaki seçimi siz değerli okurlarımıza bırakıyor ve oku emrine yüklenecek üçüncü anlama geçiyoruz.
Üçüncü anlamda oku emrine şu manayı yükleyebiliriz;ilk anlamda okudum, ikinci anlamda okuduğum kuranı anlamaya çalıştım üçüncü kademe de ise okuduğum ve anladığım kitabı yaşantımda uygulamalıyım. Uygulamam olmalı ki o kitabı okuduğum ve anladığım belli olsun. Yoksa okumamın ne bana ne de de dinin özüne uygun hiçbir vasfı kalmayacaktır. Eğer okuduğumuz anlamıyor ve bunu hayatımızda tatbik edemiyorsak” kitap yüklü merkeplerden” hiçbir farkımız olmayacaktır. Bu bağlamda yaşantıya geçmeyen okumanın yada anlamanın kimseye faydası olmayacaktır. Biliyoruz ki ashab inen ayetleri önce ezberler ondan sonra o ayetleri hayatlarında uygulamadıkça diğer ayetleri ezberlemezlerdi. Hz. Musa (as) zamanında da medyana gelen bir olay bu konuyu bize çok güzel özetlemektedir; o dönemde çok kitap okuyan çok alim bir zat varmış o kadar okuyan bir insanmış ki daima yanında ki hayvanların sırtında yüzlerce kitap taşırmış. Rivayete göre kırk sandık dolusu kitap okumuş bir insan olmasına rağmen rabbimiz Teala hazretleri bir gün hz. Musa ya vahiy ile bildirmiş ki “ey musa o falanca zata de ki okuduklarını anladıktan sonra yaşamazsa değil kırk sandık bir kırk sandık daha okusa bile Allah katında hiçbir kıymeti ve değeri olmayacaktır.” Buradanda gayet net anlaşılıyor ki OKUMAK+ANLAMAK+YAŞAMAK. Bu üçü birbirinden ayrı olarak asla düşünülemez. Biz de bu çerçevede okumaya anlamaya ve hayatımızda tatbik etme konusunda daha gayretli olmaya çalışmalıyız.
Ve son olarakta oku emrine yükleyeceğimiz anlam şu olmalıdır; kendi okuduğum anladığım ve yaşadığım bu güzelliklerin başkaları tarafından da yaşanması için anlatmalıyım bir anlamda tebliğ etmeliyim. Ama bu işi ehil bir biçimde yapmalı yaparken de karşımızda ki insanların onur ve gururlarını incitmeden hakkı hakkaniyet ölçülerine uygun olarak anlatmayız. Bu iş sadece imam efendilerin ya da müftü efendilerin işi diye de düşünmemeli “herkes bildiğinin alimi bilmediğinin cahilidir” düsturu çerçevesinde kuranın ifadesi ile “güzel sözle” uyarma işlerini yerine getirmeliyiz.
Oku emrine bizlerin yüklediği anlamlar bunlardan ibaret. Tabi bu anlamlar çoğaltılabilir ve genişletilebilir. Ancak bu kadarın maksadı anlatmaya kafi olacağını düşünüyoruz.
Kelime anlamı olarak aylarca rağmursuz kaldıktan sonra suya hasret duyan insanların hayvanların bitkilerin vs. suya kavuşması anlamını içeren ve yine o tozlanmış ağaçların kayaların üzerinden tozların akması ve her şeyin tertemiz olması anlamını taşıyan ramazan ayımızın bizlerinde günahlarının temizlemesine vesile olması dileğiyle…
Rahmeti ve bereketi içinde barındıran ramazan ayında bol bol kuran okuma çalışmaları yaparken kuranı anlama ve yaşantımıza geçirme konusunda biraz daha gayretli olacağımız ümidi ile kuran ayı ramazan ayınızı tebrik ederim.