Varlık ile Yokluk...
İnsan ana rahmine düşürülür, evrelerden geçirilir ve faniyata ilk adımını atarken, içine aldığı farklı havanın acısıylayla birlikte kaderiyle ve kederiyle doğar...Masumdur, sonbahardan dala tutunamayaıp düşen yaprak gibi mahzundur... İsimsizken, kulağına okunan ezanla isim edinir... Sonrasında artık varlığını kulağına okunan ezanla birlikte devam ettirir. İsmi elest-i bezm'den beri verilmiştir çünkü ''Sebepleri önce yazan ve sonra yaratan Tanrı, Adem'e önce isimleri öğretmişti de hayatları sonradan vermişti.'' İsimle birlikte ebedi hayattan elma ile de düşüş başlar ve bu düşüş kalbininin kararması süreciyle varlığını devam ettirir...
Küçücük kalbindeki közle, alevle birlikte değil de ismiyle hayata tutunur... Hele ki isminin önünde ünvanlar varsa hayatı o yönde isminin ve kalbinin önemi olmaksızın hayattaki yorucu maratonda daha önlerdedir. Yok olacağı hiç aklına gelmez. Kalbi artık ebedi hayata karşı sabıkalıdır, çünkü sadece ismindeki haşmetle koşmaktadır. İsminin hayatına tezahür eden manasını hiç ortaya katmamaktadır. İsminin bir gün ölümüyle birlikte dünyadan kazınacağını düşünmemiştir. Yoklukla birlikte varolan herşey yok olmaktadır...
''Çocukken haftalar bana asırdı;
Derken saat oldu, derken saniye...
İlk düşünce, beni yokluk ısırdı:
Sonum yokluk olsa bu varlık niye?
Yokluk, sen de yoksun, bir var bir yoksun!
İnsanoğlu kendi varından yoksun...
Gelsin beni yokluk akrebi soksun!
Bir zehir ki, hayat özü faniye... '' diyen Üstad bunu çok iyi bir şekilde açıklamaktadır...
Hikaye içindeki hikaye olan hayat bu kısırdöngüden ibarettir. Varlık - Yokluk... İsim-Dua-Ateş ...