Uygur Türkü kardeşlerimden dinlediklerim

30 Aralık 2020, 19:56
“Biz biliyoruz ki, büyük ruhlar kılıç gibidirler, onlar yaşarlarken bu kılıç kınındadır, öldükten sonra kınından sıyrılır; ruhlardaki cihadı, onlar yaparlar.” (Nurettin Topçu)

  1. Bundan 5 sene önce Uygur Türkü kardeşlerimizle tanışmak nasip olmuştu.
Seyfeddin abi ve Abdülkerim abi. İlk gördüğümde onlara sadece ırkdaşım, dindaşım diye sevgi beslerken onları tanıdıkça hayret ediyordum. “Ya Rabbi bu dünyada böyle insanlar kaldı mı? “ diye soruyordum kendi kendime. Kâmil insan diye bir sıfat varsa onlardaydı. Çin zulmü altında bulunan Doğu Türkistan’da yaşarken sırf ilim öğrenebilmek için Türkiye'ye gelmişlerdi. Aslında maddi durumları çok iyiydi orada. Etliye sütlüye karışmadan hayatlarını çok güzel idame ettirebilme imkanları da vardı. O vakitlerde (5 sene evvel) tam 80 bin dolar karşılığında pasaport almış ve buraya ilim öğrenmek için gelmişlerdi. Peki neden bu kadar para verip ilim öğrenmek için Türkiye'ye gelmişlerdi? Orada ilim yok muydu? Çünkü orada İslami ilimlerin okutulması hatta pozitif bilimlerin kitaplarını dahi okumak ve okutmak yasaktı. Önce ilim öğrenmek, ders halkalarını kurmak için ormanları tercih etmişler, sonra ise Çin hükümeti bunun farkına varınca ormanlarda casusları görevlendirip buna engel olmuş. İlim öğrenmek isteyen kardeşlerimiz derslerine yer altında ki tünellerde yahut arabaya binip trafikte derse devam ediyorlarmış. Gücü yetenler ise Türkiye’ye gelip burada ilim öğreniyor ama Türkiye’ye geldikten sonra her şey bitmiyor dönüşte hapse atılma tehlikesi de var. Onların azmini, gayretini, İslam'a sarılışını ve hassasiyetini ben kimse de görmedim. Adeta “Toprak gibi Müslüman, ateş gibi Türkler...” Çin onları despot bir tavırla entegre etmeye çalışıyordu. Cuma namazı hariç bütün namazlar yasaktı. Cuma namazına ise 18 yaşından küçükler giremiyordu. Kimi zaman Çin askerleri cuma namazlarını basıp topluca katliamlar yapıyordu. Çinliler öyle aşağılık kimselerdi ki bebek çorbası yapıyorlar, maymunların canlı canlı beyinlerini çıkarıp yiyorlardı. Kardeşlerimize orada cihat etmenin imkânını sorduğumuzda orada silahın her türlüsünün yasak olduğunu söylediler. Hatta oyuncak silah dahi yasaktı. Elma bıçağından büyüğünü bile bulunduramıyorlardı. Onlar bunca baskıya, zulme ve acıya rağmen despot rejimin karşısında çelikten yürekleriyle duruyorlardı. İslam'a sımsıkı sarılıyorlardı yaşantıları ile düşünceleri arasında fark yoktu neredeyse. Zengin ve varlıklı olmalarına rağmen tek kırıntının heba olmasına razı olmazlardı. Şimdi duydum ki, Çin ile bir iade anlaşması ihtimali var. Bu aziz kardeşlerimiz vahşi Çinin işkencelerine, kadınlarının alıp genelevlere zorla koyulmasına rağmen bütün yürekleriyle direnmeye devam ederken onları bu acımasız ellere teslim etmek bir Türk'e, bir Müslümana yakışır mı? İslam ümmetinde bir “umut”, “son kale” gibi tabirler kullanılıyor. Bence Doğu Türkistan düşerse son kale düşmüş demektir. Çünkü onlardaki direnç, inanç ve yürek başka hiç bir ülkede yok. Çünkü Barat Hacı duruşuyla bir mücahit yetiştirecek potansiyelimiz artık yok. O Barat Hacı ki, ömrü neredeyse işkenceyle geçmiş ama teslim olmamış bir Müslümandı. Ümit ediyorum ki bir gün Doğu Türkistan azat olacak. Onların imandan aldığı kuvvet ve kalplerinde bulunan aşkın karşısında zalimler toprağa gömülecektir. Topçu üstada kulak verelim: “Biz biliyoruz ki, büyük ruhlar kılıç gibidirler, onlar yaşarlarken bu kılıç kınındadır, öldükten sonra kınından sıyrılır; ruhlardaki cihadı, onlar yaparlar.” Büyük ruhlu, büyük iradeli Uygur Türkü kardeşlerimizi kaybedersek yarın hakkın karşısında nasıl hesap vereceğiz. Onlar bizden maddi hiç bir şey bir şey beklemiyorlar. İstedikleri tek şey zulme karşı ses çıkarmamız. Onlar zulme karşı böyle sebat ederken biz onları gündemimize dahi getiremiyoruz. Doğu Türkistan büyük bir imtihandır. Biz de bu imtihanı kaybetmek üzereyiz. Allah Müslümanlara akıl, izan ve firaset versin.. Sizleri Allah'ın selamıyla selamlıyorum.

Diğer Haberler