Tezatlıklarda Boğulma

23 Mart 2017, 07:48
Tezatlıklarda Boğulma

Yaşamakta olduğumuz hayat oldukça karmaşık ve hatta şaşırtıcı tezatları içinde barındıran bir süreçtir. Şöyle ki; Allah’a inanıyoruz ama inandığımız gibi yaşamıyoruz. İnsanlık için bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyoruz ancak insanlığımız sadece kendi tanıdıklarımız/kendi düşüncemize yakınlar için bir şeyler yapmayı gerektiriyor. Sevgiye inanıyoruz ancak sevmeyi bilmiyoruz. Güce inanıyoruz ancak gücü yanlış kullanıyoruz.  Olur olmadık şeyleri ihtiyaç gibi görerek israf ederek sanki lüks hayat yaşama hedefimiz olmuş ve bu hayata ulaşmak için sırtımıza yük üstüne yük bindirip kendimizi yoruyoruz. Bunlar gibi bir sürü tezatlıklarla ömrümüz geçiyor.

Evet hastalıklarımız gün geçtikçe tedavi edilemez bir hale bürünüyor. Özellikle Müslüman toplulukların akıl karmaşıklığı içinde savrulmaları inanların hem maddi hem de manevi dünyasına darbe vurmakta neticesinde bencillik ile birlikte kin ve öfkesinin kurbanı olmuş birbirine tahammülü kalmamış kişilikler, idealsiz, tembel, mutsuz ve umutsuz topluluklar doğmaktadır.

Yeri gelmişken geçenlerde yaşadığım bir olayı aynen aktarmakta fayda görüyorum. Eminim ki bu yaşadığım olaya benzer hadiselere bir çoğunuz mutlaka şahit olmuşsunuzdur.

Otobüste giyimleri düzgün, makyajlı, saçlar boyalı, fönlü görünüm itibariyle gayet çağdaş ve modern hanımların kendi aralarında cıvıl cıvıl konuşmaları, gülmeleri otobüsteki diğer yolcuların dikkatini çekiyordu. Hemen yanlarında İran’lı iki hanım kendi aralarında sohbet ediyor seslerini bile neredeyse kendileri bile duymuyordu, etrafı rahatsız etmemek için de büyük bir hassasiyet sergiliyorlardı. Iran’lı hanımlar otobüsten indikten sonra diğer çağdaş hanımlar aşağılayıcı bakışları ve ağızlarından salya gibi akan şu iğrenç kelimeler döküldü.

-          Ne hale geldik? Her yer Araplar ve Arapça konuşan insanlar. Bıktık bu tipleri görmekten. Midemiz bulanıyor!. Ülke resmen Arabistan’a döndü!

Kulaklarımda çınlayan bu insanlık dışı söylemler karşısında öyle sert bir şekilde bakış atmıştım ki biran sessizleştiler, gözlerini kaçırmaya çalışırcasına davranmaya başladılar. Tamda sanırım utandılar söylediklerine derken o hadsiz iğrenç konuşmalarına devam ettiler ve nihayet otobüsten indiler ancak bakışmalarımız devam etti. Bu hadiseyle maksadım birilerini kayırmak yada birilerini yermek değildir.

Ancak çok merak ediyorum o kısık sesler bir İngiliz/Fransız vs olsaydı böyle yobazca bir düşünce sergileyecekleriydi yoksa ay ne tatlılar diye hayran hayran o İngilizlere/Fransızlara bakacaklar mıydı?

Çok merak ediyorum kendisinin mensup olduğu inanç belki Müslümanlıktı ancak Müslüman olan diğer insanlar hakkında çirkin ve vahşice yorumlar yapmayı nasıl vicdani kabul ediyordu?

Çok merak ediyorum biz insanlığımızı hangi ideoloji / düşünce sebebiyle yok ettik?

Çok merak ediyorum samimiyeti, misafirperverliği, vicdanıyla davranan, düşmanına bile merhametini esirgemeyen, yaşlısına saygıyı, miniklerine sevgiyi gösteren insanlar neyin karşılığında bu değerleri unuttu?

 

O an onlara bir çok söz söylemek isterdim ancak sözlerimi anlamayacak kadar batı medeniyeti düşüncelerinin esiri olmuşlardı. Konuşmak nafileydi! Ancak günlerdir neden müdahale etmedim diye içim içimi yerken tekrar kalemi elime almama neden oldu ve konuşmak o an için iki üç kişiyi etkileyecek belki de tartışma çıkacak ve neticesinde üzülen/sevinenler olacaktı. Lakin şuan daha geniş kitlelerle birlikte bir nebze olsun kendimizi sorgulamaya ve belki de düzeltmeye sevk olunacağız.

Evet hastalıklarımız gün geçtikçe çoğalıyor ve bizleri esir alıyor. Bu hastalığın tedavisi yine bizlerde. Sekeratta olan insanlığımızı yeniden dizayn etme fırsatımız elimizde. Bunun için habis bir ur gibi dünyamızı saran batı medeniyetinin süslü ama bir o kadar sinsi argümanları vasıtasıyla inanları inançsızlığa yöneltmek için hedefleri olduğunun farkında varmalıyız. Bu argümanlar pek çoğumuzu dini hayatın dışına itmekte ve karar alıcılarımız din noktasında çalışmaz bir hale getirilmektedir ve malesef bizler de buna müsaade etmekteyiz. Fırsat varken özümüze dönmeliyiz.

Manevi hayatın kazanımları unutarak maddi hayatta ağır yük yüklenerek küçücük kazanımların hayatımıza değer/mutluluk katacağını düşünmenin en büyük hatamız olduğunu görmeliyiz.

Şeytanın inanlar üzerinde en etkili oyunu “kibri” bir tarafa bırakıp birlik, beraberlik kavramlarını yaşamalıyız.

Hayatımızın merkezine Allah’a imanı yerleştirerek sosyal hayatımızı düzene koymalıyız.

Sonuç olarak madem ki bütün insanların gidecekleri yer kabir ve ahirettir. Seyahatin sonunda ölüm vardır. Kur'an-ı Kerim, insanların kalplerine ve akıllarına sürekli bir şekilde bu gerçeği hatırlatır ve insan da bu mahiyette yaratılmıştır. Henüz vakit varken, tezatlıklarda boğulmadan kendimize gelmeli ve yaratılış mahiyetine göre hareket etmeliyiz.


Özgül Gelir

23.03.2017

 

 

 

 

Diğer Haberler
Vedud'un Hakkını Vedud'a Vermek Gerek!...
FİTNECİ OLABİLİR MİSİN?
İbrahim’in duası, İsa’nın müjdesi, annesinin rüyası
İslam Öncesi Mekke'de Sosyal ve Siyasal Yapı
Oryantalistlerin Hz. Peygamber Algısı
Bir kadın düşünün ki
Neydi bizi içten içe kemiren duygu?
Eksik Kalan Öteki Yarımız