İSLÂM MEDENİYET PROJESİ İMÂNÎ BİR İLKEDİR

13 Şubat 2017, 08:09
İnsanlık tarihi boyunca bu yaşlı dünyamızdan nice uygarlıklarlar geldi geçti. Nice ihtişamlı medeniyetler miadını doldurup tarih sayfalarında yerlerini aldılar.

 Uygarlıklar tarih sahnesinden silindikçe yenileri devreye girdi. Sevgili Peygamberimiz risalet misyonunu yüklenmeden önce özelde Arap Yarımadası,  genelde dünya sahnesi karanlık bir dönem yaşıyordu. İslâm, gelişi ile birlikte yeni bir medeniyeti hayata hakim kılmak için peygamberi ve inananları ilâhî bir mücadelenin içerisine alıverdi. Mücadele bir zorunluluktu çünkü dünya sahnesinde medeniyet adına hakim kılınmak istenen değerlere yerleşik hakim düzenin tepkisi de devreye girmişti. Kısacası bir illiyet ilişkisi olarak Mekke'nin putperest ekâbirleri Allah Resûlü'nün tebliğine şiddetle karşı koymuşlardı. Ancak buna rağmen zorlu bir mücadelenin akabide İslâm siyasî hakimiyetini Medine merkezli olarak tesis etmiş oldu.

             Hicretten sonra, Medine'de anayasal düzenin oluşturulmasıyla hukukî ve ahlâkî anlamda İslâm medeniyetinin temelleri de atılmış oldu. Risalet süreci boyunca İslâm adına yapılan uğraş ve çabada dikkatimizi çeken en önemli hususun din ve etnik köken farklılığı gözetmeden tüm insan topluluklarının güvenliğini, huzur ve barışını teminat altına almaktı. İslâm adı üzerinde barış dinidir. Medeniyet insanî değerler üzerine yükselir. İnsanî değerleri vaz eden ise bizzat Allah Teâlâ'dır. Yüce Rabbimiz insanı en mükemmel bir biçimde "ehsen-i takvim" üzere yaratmış bulunmaktadır. Ve insanın bu yaradılışına mütenasip hayat sürebilmesi için Allah Teâlâ kurallar manzumesi olarak Kûr'ân-ı Kerim'i inzâl etmiş bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) Medine’de Kûr'ân hükümlerini bizzat pratize ederek İslâm medeniyetinin temellerini atmıştı.

            Görüldüğü üzere İslâm örf, anane ve gelenekten müteşekkil bir medeniyet değildir. İslâm başlı başına Kûr'ân medeniyetidir, vahiy medeniyetidir. Ancak ne yazık ki, Sevgili Peygamberimiz ahirete irtihâl ettikten kısa bir süre sonra Kûr'ân hükümleri yerine Cahiliye dönemindeki Arabın örfü ve gelenekleri devreye sokulmuş oldu. İşin acı tarafı dinin ismi değiştirilmeden Arap geleneğindeki bidat ve hurafeler din adına icraya konuldu. Resûllah'ın dönemindeki din mazlumları görüp gözetirken, Emevîler döneminde, tıpkı Cahiliye dönemindeki gibi ekâbir takımını ve Yezit gibi zalimleri gözetir oldu.

             Şu hâlde bizim buna İslâm medeniyeti dememiz mümkün değil. İslâm medeniyetinin en yüce hedefi insanların birbirlerine olan tasallut ve hegemonyasına son vermektir. Ali Şeriati'nin ifadesiyle: "Bir din fakir ve yoksulu gözetmiyorsa ve zenginleri kayırıyorsa, o din afyondur." Maateessüf Emevî ve Abbasîlerden beri tarihin birçok döneminde yüce dinimiz İslâm saltanat sahipleri tarafından afyon olarak kullanılmıştır. Oysa bu dinin inzâl sebebi yeryüzünde adaletin teminine matuftur. "Biz, yeryüzünde adaleti kaim kılmanız için Kûr'ân'ı ve mizanı indirdik." (Hadid:25) Şu hâlde İslâm, Allah Subhanehu ve Teâlâ'ya kulluk adına Kûr'ân ekseninde şekillenmiş "adalet medeniyeti"dir. İslâm'ın Müslümanlara yüklemiş olduğu bu sorumluluk her şeyden önce imâna taallûk etmektedir. Bu ilâhî görev "olsa da olur, olmasa da olur" kabilinden değildir, tüm Müslümanları bağlayan imânî bir ödevdir.

           İslâm siyaseti, İslâm yönetim biçimi sadece parlamentoya tevdi edilmiş bir görev değildir ki sadece seçim zamanı oy verip kenara çekilelim, olup biteni tiyatro izler gibi seyredelim. Eğer yöneticilerde adaletten yana bir sapma varsa o beldede yaşayan bütün Müslümanlar sorumludur. Yüce Rabbimiz, "Şüphesiz Kûr'ân sen ve kavmin için bir şereftir. Siz o Kûr'ân'dan sorulacaksınız." (Zuhruf:44) diye buyururken neyi kastediyor acaba? Kûr'ân, hükümlerine uyulduğu takdirde müntesiplerine izzet ve şeref bahşeden bir kitaptır. "İzzet ve şeref Allah'ın, Resûlünün ve mü'minlerindir." (Münafikun:8) Ayette kast edilen şeref sahibi mü'minler,  Allah'ın hükümlerini bir bütün olarak icra edenlerdir. İşimize ve nefsanî dürtülerimize uygun olanı alıp, nefsimize ağır gelenleri bir tarafa bırakmak İslâm'a ihanetten başka bir şey değildir. Nitekim Yüce Rabbimiz bizleri bu konuda, dünyada zillet, ukbada cehennem olan bir akibetle uyarmaktadır: "Siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz. Böyle yapanların cezası dünya hayatında zillet ve istikrarsızlığa dûçar olmaktır, ahirette ise şiddetli bir azaba çarptırılmaktır." (Bakara:85)

              Biz Müslümanlar Kûr'ân medeniyetine talipsek (ki bu imânî bir vecibedir) buna tüm unsurlarıyla bir bütün olarak sahip çıkmak durumundayız.  Kûr'ân medeniyeti, "efradını cami, ağyarını mani" özelliği ile hayatın her alanını kuşatan evrensel hukuk ve ahlâk kurallarıyla namitenâhi yetkinliği olan bir medeniyettir. Bu medeniyetin tüm dünya insanlığı için yegâne alternatif oluşu Allah Teâlâ'nın mutlak beyanı oluşundandır. Nitekim Rabbimiz Maide Sûresi'nin 50'nci ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Allah'tan daha iyi kim hüküm verebilir?" Bunu ancak Kûr'ân hakikatine aşina olan ve büyük bir teslimiyetle kalpleri mutmain olmuş insanlar anlıyabilir. Çünkü başlıkta da belirttimiz gibi İslâm medeniyeti imâna taallûk eden bir husustur. Bütün bir ümmet olarak Kûr'ân'ın evrensel değerlerine sarılmak ve hayata taşımak zorundayız. Barış içerisinde yaşanabilir bir dünya kurmak ve adalet temeline dayalı hukuk sistemimizi tüm yeryüzüne yaymak adına Kûr'ân medeniyetine bütün gücümüzle sarılmalıyız.

                Başta yaşadığımız coğrafyada olmak üzere İslâm dünyasının büyük ekseriyetinde Kûr'ân medeniyetinden uzak bir hayat yaşanmaktadır. Zaten Kûr'ân medeniyeti İslâm ümmetinin yaşadığı beldelere hakim olmuş olsa hiç kuşkusuz dünyamızın çehresi bugün böyle olmazdı. Suriye'ye, Irak'a, Libya'ya ve Afganistan'a bakın! İç çatışmalarla oluk oluk Müslüman kanı akıyor. Myammar'da ise Hindular Müslüman kardeşlerimizi kitleler hâlinde katlediyor. Keşmir'in hâli içler acısı, Doğu Türkistan hakeza.. Kısacası ümmet sadece geri kalmışlık zilleti içerisinde değil, yoğun çatışmalardan dolayı büyük telefat, büyük can kayıpları yaşıyor. Biz bütün bu olumsuz gelişmeleri daha önce söz konusu ettiğimiz Bakara Sûresi'nin 85'nci ayetinde ifadesini bulan uyarı ve sabit kuralın ihlâlinden kaynaklandığı düşüncesindeyiz. Nitekim Rabbimiz bir başka ayet-i kerime de yine açık bi biçimde uyarıda bulunmaktadır: "Benim zikrimden yüz çevirenlere yeryüzünde istikrarsız bir geçim vardır. Onlar ahirette kör olarak haşredilecekler." (Tâ Hâ:124)

              Bu dünya hayatında Kû'rân ve Kû'rân medeniyetine karşı duyarsınız ve kör olanlar elbette ki ahirette kör olarak haşredilmeyi hak edenlerdir. İslâm ümmetinin bugünkü istikrarsızlığın ve her alanda bilim ve teknolojiden geri kalmış olmasının nedeni Kûr'ân medeniyetine sahip çıkmayışındandır. Bir taraftan yaşanabilir bir dünyayı tüm doğal varlıklarıyla  muhafaza edip, bilimsel çalışmalarla ve teknolojik gelişmelerle hayatı kolaylaştırarak dünyayı bayındır hâle getirmek varken; diğer taraftan yerel ve uluslararası hukuk düzeniyle güvenlik, hak ve adalet temeline dayalı bir dünyayı güvence altına almak varken, bu sorumluluktan yüz çevirmek olağanüstü mahrumiyetleri de beraberinde getirmiş ne yazık ki..

               Oysa imkânlar içerisinde ve güvenli bir ortamda yaşama arzusu insanın fıtratında olan bir temayül ve duygudur. Ümmet miskinliği ve ataletiyle bu duygusunu yitirmiş adeta. Ümmet daha işin başında yani Emevîler döneminde takvayı ve fazileti dünyadan el etek çekip miskin bir hayat yaşamakta arar olmuş. Birçokları için "bir lokma, bir hırka" yaşam felsefesi olmuş. Oysa takva Yüce Allah'ın insanoğlu için sunduğu Kûr'ân medeniyetine uygun bir hayat yaşamakla mümkündür. Bu medeniyet bize dünyadan el etek çekip meydanı zalim ve sömürü düzenlerine bırakmayı salık vermemektedir. Aksine hayatı en iyi şekilde yaşayıp huzur ve huşu içerisinde Rabbimize kulluk sunmak için imtihan alanımız olan bu dünyayı bayındır hâle getirmek ibadî bir zorunluluktur. "Halka hizmet, hakka hizmettir" şiarı da bundan mütevellittir.

             Şu gerçeği de bilmiş olalım ki, dünya bizim için bir araçtır. Tıpkı bir ulaşım aracı gibi. Siz bir yerden başka bir yere gitmek için kullanacağınız aracın güvenilir ve sağlam olmasını istemez misiniz? Döküntü, arızalı ve külüstür bir araçla yola çıkmak istemezsiniz her hâlde. Şu hâlde kullanacağımız aracın bakımlı, güvenilir ve sağlam olması kaçınılmaz bir zorunluluktur. İslâm medeniyeti bize bunu emretmektedir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.a), "İki günü eşit olan zarardadır." "İlim Müslümanın yitiğidir. İlim Çin'de de olsa onu gidip alınız." diyordu, "tevekkelnâ deyip sırtüstü yatın" demiyordu. Ama ümmet meydanı zalim saltanat sahiplerine ve sömürü düzenlerine bırakıp miskin miskin sırtüstü yatmayı tercih etti.

             İşin kolaycılığına ve miskinliğe kaçmak bu ümmete çok pahallıya mal oldu. Uluslararası arenada neden bir varlık gösteremedik, dünya halkları nezdinde neden söz sahibi değiliz? Bilim ve teknolojide neden bir ilerleme kaydedemedik? Üniversitelerimiz dünya standartlarında neden değil? Oysa biz dünya halkları nezdinde bilim ve sanatta da örnek ve önder olmalıydık. "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyi olanı tesis eder, olumsuz olanı bertaraf edersiniz. " (Al-i İmran:110) Kûr'ân medeniyetinin en temel hedeflerinden biri de budur. Her alanda iyilikleri tesis edip hayatı yaşanır kılmak ve olumsuzlukları bertaraf edip dünyayı güvence altına almak. Savaş ve çatışmalara son verip dünya barışını sağlamak biz ümmetin ödeviydi, ancak bu da olmadı. Bırakın dünya barışını, ümmet kendi bünyesinde barışı sağlayamadı. Kanaatimize göre bunun bir tek nedeni vardır: Sevgi ve merhamet yitimi. Önce Allah sevgisi yitimi, akabinde tüm canlılara karşı merhamet duygusu yitirilmiş. "Ey Resûlüm de ki: 'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana itaat edin ki, Allah da sizi sevsin." (Al-i İmrân:32) Allah sevgisi itaati zorunlu kılar. Ancak itaat değil yüz çevrilmiş. "Kim Allah'ın buyruklarından yüz çevirirse kendisine yazık etmiş olur." Ümmet olarak Kûr'ân medeniyetinden yüz çevirdiğimiz için biz kendimize yazık etmişiz.

                 "O gün peygamber der ki: 'Rabbim bu ümmetim Kûr'ân'ı terk edilmiş olarak (mahcûr) bıraktı." (Furkan:30) Şu hâlde biz günümüz Müslümanları olara mahşer günü Sevgili Peygamberimiz'in şikâyetinin muhatabı olmamak için Kûr'ân'a sarılmalıyız. Kûr'ân medeniyetinin inkişafı için uğraş ve çaba içerisinde olmalıyız.

Diğer Haberler
TERÖR VE ŞİDDETİN MEŞRUİYETİ YOKTUR
ÜMMETİN HELÂKI İHTİLAFTIR
KERBELÂ'DA ÂŞURA GÜNÜ
PARALEL DEVLET YAPISI VE KANLI DARBE GİRİŞİMİ İLK DEĞİL
AZMETTİRİCİ ABD TETİKÇİ FETÖ DESTEKÇİ NATO
KANLI DARBE GİRİŞİMİNE BİR BAŞKA AÇIDAN BAKIŞ
KANLI DARBE GİRİŞİMİ HANGİ AMACA MATUF
RAMAZAN VE ORUÇ