Hepimizde ayrı potansiyeller var!28 Kasım 2015, 14:44 |
Her birimiz belli bir potansiyelle doğar ve çeşitli yetenekler taşırız.
Hiçbir alanda kabiliyeti olmayan bir insandan söz edilemez. Yaratıcı hiç kimseyi es geçmemiş hepimizi farklı özelliklerle donatmıştır. “Yeteneksiz”, “beceriksiz” ya da “başarısız” görünen insanlar da çeşitli sebeplerden içlerindeki cevheri ortaya koyamamışlardır. İçindeki potansiyeli açığa çıkarma, psikolojide “kendini gerçekleştirme” olarak ifade edilir. Maslow’a göre insan ihtiyaçları birbirini tamamlayan hiyerarşik bir gelişme düzeninde belirir. Maslow beş önemli insani ihtiyaçtan söz eder. Bunlardan ilki yemek yemek, su içmek, cinsellik gibi fizyolojik ihtiyaçlardır. Bunlar karşılandıktan sonra beliren ihtiyaç, “güvenlik ihtiyacı”dır. Acı ya da korku verici durumlardan uzak olmak, süreklilik, bağımlılık, düzen, kanun gibi ihtiyaçlar güvenlik tanımına girer. Üçüncü ihtiyaç, “ait olma” ihtiyacını da kapsayan “sevgi ve yakınlık ihtiyacıdır. Yeterli barınak ve güvenliğe ulaşmış insan, yakınlığa, sevebileceği bir insana ya da aileye, eş ve çocuklara ihtiyaç duyar. Sevgi ihtiyacı karşılandıktan sonra beliren dördüncü ihtiyaç, kişinin kendine olan saygısı ve başkalarının gözünde itibarı için, değişmeyen sağlam temellere oturtulmuş “saygı ve itibar” ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç güç, başarı, yeterlilik, bağımsızlık ve özgürlük gibi kişinin özgüveni için arzuladıkları kadar, ün, prestij, statü, şöhret gibi diğer insanların da saygısını kazanmaya olan ihtiyaçtır. Bu piramidin en uç noktasındaki ihtiyaç, enerji ve kapasitesiyle ulaşabileceği en üst düzeye ulaşmasını sağlayan “kendini gerçekleştirme ihtiyacı”dır. Kendini gerçekleştirmek, var olan potansiyel ve enerjisini tümüyle yaşama geçirmek ve “olabileceği” insanın bütünü “olmaya” çalışmaktır. Maslow’un kuramını bu gün eleştirebiliyoruz çünkü kendisi bir alt basamaktaki ihtiyaç karşılanmadan bir üst basamağa geçilemeyeceğini savunmaktadır. Hâlbuki tarihe baktığımızda sayısız mahrumiyetler içinde bulunan birçok insanın bu yoksunlukları aşarak kendilerini gerçekleştirdiklerini görürüz. Yine bir insan ömür boyu dar bir bütçeyle yaşayıp fizyolojik ihtiyaçları için çabalarken, aynı zamanda güven ve aidiyet, sevme, sevilme ihtiyacı duyabilir. Saygın ve muteber biri olma ihtiyacı ortaya çıkabilir. Bazen ihtiyaçlardan biri ön plana çıkmakla beraber, insan bunlar arasında eş zamanlı geçiş ve sıçramalar yapar. Biz bu tartışmayı bir kenara bırakıp kuramda ortaya konan “kendini gerçekleştirme” kavramı üzerinde duracağız. Evet, insan kaba tabirle karnını doyurduktan, diğerleri gibi topluma karıştıktan sonra bir şeylerin eksikliğini fark eder. Kendine sunulan hayatı herkes gibi yaşayıp giderken “hayata dair yapacaklarımın hepsi bu mu?” şeklinde bir hisse kapılır ve çoğu kez bunu adlandıramaz bile… Sosyal hayatı erkeklere oranla daha sınırlı ve renksiz olan kadınlar bu sıkıntılarını dile getirdiklerinde “aç değilsin, açıkta değilsin, sana rahat mı batıyor” gibi tepkiler almaktadırlar. Yiyip içmek, giyinmek, her gün aynı rutini yaşamak insana yetmez oysa… Daha doyum verici başka bir şeyler olmalıdır. Rutini kırmak için ciddi bir adım atıp radikal başlangıçlar yapmak isteyen pek çoğumuz içinse eylül ideal bir zamandır. Çocuklar okula başlar, TV’ler yaz döneminden çıkar, havanın da biraz serinlemesiyle yaz rehavetinden çıkarız ve etrafa bakınmaya başlarız, “nerden başlasam?” diyerek… Pek çok kadında sık rastlanan depresif duygular, güvensizlik, aşırı duyarlılık, aşırı alınganlık, asabiyet veya bu duyguların bedene atılıp psikosomatik rahatsızlıklara dönüştürülmesi, aslında kullanılmamış enerjinin bedende yarattığı paslanma etkileridir. Kullanılmayan enerjiler, kullanılmayan madenler gibi pas tutmaya meyillidir. Ruhsal paslanma, derin güvensizlik, depresif duygular, asabiyet ve birçok psikosomatik rahatsızlığın kaynağıdır. Yine trafik-iş-trafik-uyku döngüsünde yaşayan erkeklerin de şehir ve iş hayatının yıpratıcı şartlarından dolayı kendilerine ayıracak vakti kalmıyor maalesef. Okumak, gezmek, balık tutmak, bir sporla ya da sanatla ilgilenmek insanın ruhunu doyurabilecekken kalan boş vakitler çoğu kez aileye bile ayrılamadan heba olup gidiyor. Ve insan dünyaya hangi potansiyelle geldiyse onu işleyememenin acısını çekiyor. Eylül ayı bir milat olabilir Potansiyelimizi keşfedip eylülü bir milat olarak aldığımızda artık hayatımızın eskisi gibi olmayacağına emin olabiliriz. İçimizde uykuya yatırdığımız enerjimizi aktif kılıp kendimize artı değerler kattığımızda hem psikolojik hem sosyal açıdan çok katmanlı bir gelişme yaşayacağız. Gelin bu eylülde hep ertelediğimiz şeyleri yapmaya başlayalım. Spora başlamak, bir sanat dalıyla ilgilenmek, çiçek yetiştirmek, yabancı dil öğrenmek, bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olmak, yarım bıraktığımız okulumuzu tamamlamak ya da yeni bir tanesine yazılmak gibi… Her birimiz büyük sanatçı, bilim adamı, sporcu, yazar vs. olmak durumunda değiliz, kastettiğimiz inkişaf bu değil. Bizde ne varsa onun ortaya çıkmasıdır. İçimizdeki şey bir elma çekirdeğiyse iyi bir elma ağacı olmaya çalışmalıyız. Gül veya çınar olmaya değil. Bizi depresyona sokan, hep treni kaçırmış gibi hissetmemizi sağlayan işe yaramazlık ve yetersizlik duyguları ancak kendimizi tamamladığımız zaman dinecektir. Uzm. Klinik Psikolog Rukiye KARAKÖSE Marmara Üni. – Öğretim Görevlisi
|
Diğer Haberler |
Aşk Acısı Geçer Mi? Çivi Çiviyi Söker Mi? | |
BENİM İSTEDİĞİM GİBİ OL! |