Burası Müslümanların…Burası Bizim Öz Diyarımız…

23 Kasım 2015, 10:17
Burası Müslümanların…Burası Bizim Öz Diyarımız…

 

          “Van, Müslüman Türk’ün vahşi idare ve boyunduruğundan kurtarılmıştır. Bölge bundan böyle Rus umumi valisi tarafından idare olunacaktır. Van kahramanı Aram bu makama getirildi. Daha şimdiden bir çok  Ermeni  delikanlılarını toplayarak bir gönüllü birliği teşkil etti. Evlatlarının en iyileri şimdiden silah altındadır. Bu yeni ordu, savaş meydanlarında Ermeni bayrağını ebedi müttefiki olan Rus bayrağının yanında taşıyacaktır...”  Sever Yânin imzalı Roskof’ta çıkan Otro – Yoga adlı Rus gazetesinden. (Mayıs 1915)

            Evet… Rus Gazetesinde Mayıs 1915’de yayınlanan bir makalede Müslüman Türk’e olan nefret bu şekilde ifade ediliyordu. Niyet ortadaydı… Hedef belliydi!

 

          Ermenilerin,  Rusların da kışkırtmasıyla 1914 yılı  sonları ve 1915 yılı başlarında Doğu’da yaptıkları katilamların Van ve yöresi kısmını –Vanlı olmam sebebiyle- anlatmak istiyorum. Hem de ailemdeki canlı tanıkların sözlerinden birebir sizlere aktararak… Ancak öncesinde biraz tarihi bilgi verelim istiyorum.

          

          Van XIX. yüzyıl sonu XX. yüzyıl başlarında Ermenilerin Anadolu’daki faaliyetlerinin en açık şekilde görüldüğü yerdir. Buradaki komitelerin çalışmaları Ermeni faaliyetlerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Zira diğer vilayetlerde gizli kalan Ermeni tertipleri, burada aleni bir şekilde ortaya çıkmıştır. Özellikle son 35-40  yıldır sık aralıklarla Ermeniler tarafından dünya kamuoyuna taşınan soykırım iddialarını, Van’da gerçekleşen Ermeni olayları, çürütür niteliktedir.

 

           Van’da önemli iki Ermeni isyanı çıkmış; ancak ikinci isyan,  niteliği açısından daha önemli olmuştur. İlk Ermeni isyan hareketlerinin 1914 yılından 60-70 yıl geriye doğru bir mazisi vardır.

           1857 yılında Varrak Manastırı’nda bir basımevi kurulmuş ve burada Ermeni isteklerine ait eserler basılmış, “Vaspurgan” ve “Van Kartalı” gibi gazeteler çıkartılarak propaganda yoluyla isyana hazırlık yapılmıştır. 1870 ve 1880 yıllarında ise  “İttihat ve Halas”, “Araratlı” ve “Karahaç” gibi örgütler kurulmuştur. Bu bakımdan genel olarak Ermeni isyan komiteleri Van’da diğer yerlere kıyasla daha organize ve kuvvetli olmuştur.

 

         1872 yılında Van’da kurulan “İttihat ve Halas”, Rus taraftarı bir çizgi yürütmüştür. Böylece Rusya’dan da gördüğü destek ile kuvvetli bir siyasi teşekkül haline gelmiş ve Van merkez olarak etrafındaki Ermenilere sürekli isyan fikirlerini aşılamıştır. Aynı yıl (1872), Van’da kışkırtma hareketlerini hızlandırmak, Ermenileri Rus ordusu saflarına çekmek ve Osmanlı ordusuna karşı kullanmak için “Kurtuluş Birliği Cemiyeti” kurulmuştur.

 

         1878 yılında yine Van’da yaygın adıyla “Karahaç” kurulmuştur. Örgütün ileri gelenleri Rusya’dan gelen Ermenilerden oluşmaktaydı. Örgütün faaliyetleri birkaç yer ve koldan idare olunmuştur. Bunlardan birisi Tiflis’tir. Buradan silah ve cephane tedarik etmek üzere gereken paralar gönderilmiştir.

 

 

 

         Van’da ki Ermeni komiteleri buradaki Türkleri yok ederek bölgeyi ele geçirmek için kurulmuş, sürekli dışarı ile irtibatta bulunarak silah tedariki sağlamıştır. İsyan öncesinde Van A.B.D. konsolosu yüzbaşı Clayton tarafından hazırlanan 12 Ekim 1890 tarihli raporda; Rusya Ermenistan’ından Türkiye Ermenilerine silah göndermek için cemiyetler kurulduğu ve silahların dağıtılması için ise ajanlar angaje edildiği yolunda bilgiler elde edildiği yazılmıştır. Clayton, 1890 Kasımında da Ermenilerin isyan hazırlığı içerisinde olduğunu ve Amerikalı bir misyonerden Rusya’dan gelen bu silahların Van’da dağıtıldığını öğrendiğini raporunda ifade etmiştir.

 

            İsyanla ilgili olarak Van’da konsolosluk yapmış olan General Mayewski ise şunları yazmıştır: “1895’te, Ermeni ihtilâlciler Avrupa’nın ilgisini Ermeni sorunu üzerine yeniden çekmeye çalışıyorlardı. Bu nedenle zengin Ermenilere, ölüm tehdidiyle para yardımı istenen mektuplar gönderiliyor ve bazı politik cinayetler  işleniyordu. . Bu cinayetlerin en mühimi ise 6 Ocak 1895 günü, yani Ermenilerin en büyük bayram günü, mukaddes ayini icra için kiliseye gitmekte olan Papaz Bogos’un öldürülmesidir”.

 

           “...Her yerde olduğu gibi, baharla birlikte ihtilal hareketleri de önem kazanmaya başlamış,  şehrin yakınlarında öldürülüp vücutları parçalanan insanlardan bahsedilmeye başlanmıştı. Ermeni İhtilalciler, bu gibi cinayetlere karşı bir takibat yapılmadığını gördükçe, günden güne daha da cesaret kazandılar. Bununla beraber Ermenilerin cüretleri arttığı ölçüde Müslümanların da sabrı azalıyordu.”

 

           3 Haziran’da başlayan olaylar 4 Haziran’da hız kazanmış ve 6 Haziran 1896 Cuma sabahı erken saatlerde silahlı Ermeniler tarafından isyan şiddetlendirilmiştir.

 

           8 Haziran günü daha da şiddetlenen çarpışmalar, 10 Haziran ile 16 Haziran arasında Ermenilerin vur kaç taktikleriyle veya mazgallardan Türklere açtıkları ateşlerle sürmüştür. Hükümet, bütün bunlara rağmen sağduyusunu korumaya çalışmış, Ermenilerin teslim olmalarını istemiş ancak isyancıların silah bırakmadıklarını, tavsiye ve nasihatleri kabul etmediklerini bildirilmiştir.

 

           Ve ikinci Ermeni İsyanı;

           

          Osmanlı Devletinin 3 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etmesinden  yaklaşık 27 gün sonra yani 30 Ağustos 1914 tarihinde Zeytunlu Ermeniler Osmanlı bayrağı altında savaşmayı reddederek kendi subaylarının yönetiminde bir “Zeytun Fedayi Alayı” kurarak resmen isyan etmişlerdir.

 

          Osmanlı Devleti henüz savaşa girmeden önce Rus-Ermeni yakınlaşması hakkında bilgi sahibi olmuştur. Bu amaçla, 19 Temmuz 1914 tarihli Rusların Kafkasya Ermenileri aracılığıyla yapmakta olduğu kışkırtmalara karşı alınacak önlemleri belirten 3. Ordu Komutanlığı emri çıkartılmıştır. Emirde Rusların Kafkasya’daki Ermeniler vasıtasıyla Türkiye’de bulunan Ermenileri teşkilatlandırıp  Osmanlı Devletinden zapt edecekleri yerleri Ermenilere vermeyi amaçladıkları,  hatta daha da ileri giderek bölgede yaşayan köylülerin giymiş oldukları kıyafetleri giyerek Ermenilerin yaşadıkları köylere silah ve cephane soktukları ve bunun için gerekli tedbirlerin alınması gereği bildirilmiştir.

 

             Kasım ayı içerisinde artık Osmanlı Devleti sıcak bir savaşın içerisindedir. Osmanlı askerleri içerisinde bulunan Ermeniler de Rus tarafına geçmiştir. İkinci isyan sırasında; Doğu’daki Türk nüfusun Ermeni nüfusunun birkaç katı olduğu halde seçilen Türk mebuslara Ermenilerin itirazı ve  tekrar sayım yapılmak istendiğinde de bunu sabote etmeleri, günümüzden bir asır öncesinde oynanan oyunun aynı olduğunu göstermesi açısından manidardır. Sadece isimler farklıdır!

 

            Dönemin Valisi Cevdet bey, isyan öncesi Ermenilerin izlediği stratejinin farkına varmış, henüz isyan başlamadan çevre köylerde bulunan Ermenilerin kafileler halinde Van’ın içine doğru yerleşmeye başladıklarını fark etmiştir.  Seferberliğin ilanıyla birlikte askere çağrılan Ermeniler de firar ederek birçoğu Van’a gizlice gelmişlerdir. Bu durum hükümetin de gözünden kaçmamıştır. Vali Cevdet Bey, Ermeni komite reislerine bu göçün nedenini sorduğunda “Köylerde geçim daraldı, akrabalarımızın yanına göç etmeye mecbur kaldık” gibi bahaneler ileri sürerek cevap vermişlerdir. Ekim ayına kadar Van ve çevresindeki bütün gençler askere gitmişlerdir. Van’da yaşlı, kadın ve çocuklardan başka kimse kalmamıştır. Mevcut Tümenin de ayrılmasıyla buradaki halk tamamen sıkıntıya girmiştir. Ancak yine de asker önlemini almış,  Ermenilerin Tümenin tamamının gittiğini öğrenmemesi için bir bölük askerin  sürekli olarak kışla kapılarından girip çıkmaları planlanmıştır. Bütün bunlar, şehirdeki Ermeniler için alınmış tedbirlerdi. Zira edinilen istihbaratta şehirde silahlı 30–40 bin silahlı Ermeni olduğu  ve Rusların Van’ı işgalini bekledikleri bilinmekteydi. Bunun için Van’ın çevresinde terörist faaliyetlere başlamışlardı bile…

 

            Van Jandarma Tümen Komutanlığının 16 Mart tarihli telgrafında, Van Vilayetinin Şitak (Çatak) kazasında Ermenilerin jandarma karakoluna ve erlerine saldırdıkları ve telgraf hatlarını kestikleri bildirilmiştir. Van Valisi, 20 Mart’ta (1915) artık vilayetin her tarafında çarpışmaların olduğunu ve gittikçe şiddetlendiğini bildiren haberi Başkomutanlığa iletmiştir.

 

            Böylece Van isyanı bütün şiddetiyle başlamıştı.Van Valisi Cevdet Bey’in Dahiliye Nezâreti’ne çekmiş olduğu 23 Mart 1915 tarihli telgrafında, Van’ın çevresinde bulunan bir çok köye Ermenilerin saldırılar düzenlediğini, bu saldırılara önlem olmak için kırk kişilik iki müfreze gönderdiğini, bunlara 70–80 kadar daha milis’in katıldığını ancak yine de yardıma ihtiyaçları olduğu ve gerekli yardımın yapılacağını bildirmiştir.Yine  Van Valisi Cevdet Bey  11 Nisan 1915 tarihli Van’dan çektiği bir telgrafda  durumun vahametini açıkça ortaya koymuş ve Van’a gizlice 4000 kadar Ermeni çetecinin getirildiğini ve bölgedeki Ermenilerin köyleri basmaya, yakıp yıkmaya, kadın, çocuk ve ihtiyarları yersiz yurtsuz bırakmaya başladıklarını  belirtmiştir.

 

          15 Nisan 1915 günü Van’da başlayan Ermeni isyanını, o günleri yaşayan Emekli Tümgeneral Ahmet Hulki Saral şöyle anlatmıştır:

         “Van, Ermenilerin ilk önce ele geçirmek istedikleri bir şehir idi. Bir noktada şansları da kendilerine yardımcı idi. 33. Piyade Tümeni Erzurum’a savaş dolayısıyla gönderilmişti. Van şehrinde bu surette jandarma kuvveti hariç başka askeri kuvvet kalmamıştı. Böylece Ermenilerin şehri işgalleri nispeten daha kolay bir hale gelmişti. Fakat her ihtimale karşı Rus ordularının Türk topraklarına girmeleri ve baharın gelmesini beklemişlerdi. Bu suretle Ruslar ile müşterek hareket edilerek daha başarılı olacaklarına inanmışlardı.

         Uzun senelerden beri silahlanan, tüfek, tabanca ve el bombaları gibi türlü silahlarla donanmış olan Ermeni çeteleri Van’da toplanmışlardı. Köyler de aynı şekilde silahlandırılmış, harekete hazır hale getirilmişlerdi. Ermenileri Aram isminde biri idare ediyordu. Türklerin savunmasını ise Vali Cevdet Bey idare ediyordu...

 

           Harp ilânı başladıktan hemen sonra Erzurum meb’usu Pastırmaciyan 3. Ordudaki bütün Ermeni zabitan ve neferleriyle Rus tarafına geçmiş ve Müslüman köyler ahalisini merhametsizce  yakmak, katletmek  için Ruslarla birlikte Türk arazisine girmişti. Bu vaziyet üzerine Türk Hükûmeti, henüz ordudan kaçmağa muvaffak olamayan Ermeni neferlerini toplayarak yol inşasında yahut, dağlık yerlerde erzak naklinde kullanmağa mecbur oldu. Bundan başka Ermeni ahalisinin düşman hesabına çalışacaklarından korkuluyordu.

 

            Van’daki mevcutları 30–40.000 civarında olan Ermenilerin elinde binlerce mavzer tabancasından başka çok miktarda filinta ve tüfekte vardı.  Bunları seneler boyunca satın almışlar ve depolamışlardı. Hatta Ermenilerde, bize çok zaiyat verdiren, el bombası da bile  mevcuttu.

 

          20 Nisan 1915’de Van’daki Osmanlı Bankasını, Duyun-u Umumiye binasını ve Postaneyi yakan Ermeniler, bununla da yetinmemiş ve Müslüman mahallelerini ateşe vermişlerdir.”

 

             Evet bir taraftan Ermenilerin saldırılarına maruz kalan şehir  bir taraftan da Rus işgalinin sinyalleriyle sarsılıyordu.

 

             Rusların Van’a 15 Mayıs’ta girecekleri hesaplanmıştı. Bu yüzden Van’daki Hükümet, göçme imkanı olmayanların emniyetini sağlamak ve Ermeni saldırılarından korumak için ilk etapta Ruslarla görüşmeler yapmış ise de bundan bir sonuç alınamamıştır. Zira Rus ordusu Muradiye üzerinden Van’a doğru ilerlerken Müslümanları kılıçtan geçirmeye, zalim ve insafsız katliamlara başlamışlardı. Bu katliamlardan kaçıp kurtulanlarda Van’a sığınmışlardı.

 

             Durumun vehametini fark eden Vali Cevdet bey  artık yapılacak bir şeyin olmadığı kararına varmış ve 14 Mayıs 1915’te şehirdeki Türklerin boşaltılması işlemlerine başlanması emrini vermişti.

          

         14 Mayıs’ta Van’da göç başlamıştır. Göç kara ve göl yoluyla yapılmıştır. Kara yolu hem zahmetli hem de Ermeni çetecilerin her an baskın yapmaları ihtimali bakımından tehlikeliydi. Bu yoldan ancak kendini savunabilecek kuvvete sahip olanlar gidebilirdi. Göl yoluyla ise Tatvan’a gidilebilirdi. Bunun için gölde bulunan büyük–küçük elli kadar araçtan faydalanılmıştır. Ancak gemicilerin Ermeni olması Hükümeti tedirgin etmiş bu yüzden her gemiye silahlı bekçiler yerleştirilmiştir. Bu gemilerden bazısı Ermeni gemiciler tarafından Tatvan yerine Rus işgali altında bulunan Adilcevaz’a doğru yönlendirilmiş ve burada Rusların himayesinde bulunan Ermeniler tarafından gemide bulunan Türkler katledilmişlerdir.

 

            Ermeniler, Van’ın Rus ordusu tarafından işgal edilmesini kendileri için zafer saymışlardır. Çünkü  Ermeniler  yüzyıllardır bekledikleri yönetimi ele geçirme günün nihayet geldiğini düşünüyorlardı. Bu nedenle işgal edilen şehirde çanlar sürekli çalıyordu. Ve artık Van’da yönetim Ermenilerin elindeydi.

          Bu dönemde Van’da  23.000’in üzerinde Türk erkek, kadın, çocuk Ermeniler tarafından katledilmiş ve geride sadece 1.500 Türk hayatta kalmıştır. Bunların da bir kısmının namuslarıyla, şerefleriyle oynanmış, en iğrenç işkencelerle öldürülmüş, bir kısmı ancak kaçıp kurtulmuştur.

 

            Van’da Ermenilerin yapmış olduğu tahribatı ve mezalimi 16 Eylül 1916 tarihli hariciye Nezareti, yabancı misyonlara gönderdiği genelgeyle şöyle açıklamıştır:

 

           “Şamran mahallesinde 200 kadın ve çocuk sığındıkları evde yakılmışlardır. Mirkos köyü beyaz bayrak çektiği halde tecavüze uğramış, köyün kadınları ve kızları bilinmeyen bir yöne götürülmüşler. Bazı köylerde ise öldürülen çocukların etleri annelerine yedirilmek istenmiştir.

“Aksani ve Hınıs köylerinde 500 kişiye yakın insan Şeyhane köyünde ise 200’e yakın çocuk ve kadın camiye doldurulup diri diri yakılmışlardır.

“Saray civarındaki halk kılıçtan geçirilmiş, sulara atılarak boğulmuş, 10. 000’in üstünde ceset Van Gölü üzerinde sayılmıştır.

“Yine Gevaş, Vastan  ve Mukas’ta 3000 kişi katledilmiştir...

“Van’ın içinde camiler, evler, kışlalar, hatta içindeki yaralı ve hastaları ile birlikte hastaneler yakılmıştır. Yakalanan subaylar işkence çektirilerek öldürülmüştür. Bu arada şehirdeki durumu bilmeyen çevre köylerden Van’a gelmek isteyen göçmenlerden 1200 kişi Vastan ve Etkil yolu üzerinde acımadan vahşiyane bir şekilde öldürülmüşlerdir ” 

 

           Van’da Ermenilerin Türklere uyguladığı katliamı o günleri yaşayanlardan ve yaşadıklarını 4 Haziran 1916 yılında Van’lı yetkililere anlatan Zeliha Ninenin  ifadesi  şöyledir:

 

         “Şamram mahallesinde bir hânede muhtefî bulunduğumuz gece Ermeniler “korkmayın” diye dellâl çağırdılar. ‘Yalandır, inanmayalım’ diye zevcim Hüseyin Efendiye ve komşularıma söyledimse de  dinletemedim. Sabahleyin evi kuşattılar. Yirmi yaşında Âgah ve on beş yaşlarında Ahmed ile on sekiz yaşlarında Veysi isminde oğullarım ve dâmâdımla zevcim kendilerini kurtarmak için dışarıya atıldılar. Nerede itlâf olunduklarını göremedim. Onu müte’âkib “Teslim olunuz!” dediler. Otuz kadar saklanan zükûr ve inâsı dışarı bahçeye çıkardılar. Bunların içinden ebeveynini gâ’ib eden on yaşlarında ve Bilâl isminde bir çocukla, isimlerini bilmediğim aynı esnâda diğer üç çocuğun muvâcehemizde revolverle öldürdüler. Maksâd-ı asılları erkekleri öldürmek, kadınların gençlerini götürmek olduğu ilk hatvede anlaşılıyordu. Bizi oradan Amerika mü’essesesine götürdüler. Erkek çocukları seçmek ve gizlenenleri bulmak için de hizmet nâmıyla istenildiler. Ebeveyni öldürülen bir çocuğun te’mîn-i hayatı zımnında dışarı verildi. Çocuk, mü’essesenin bir tarafına götürüldü. Berây-ı ta’zib arkadan kesilirken bağırtısını işiten Rus zâbitleri nasılsa çocuğu kurtardılar. Mü’essesedeki hastahâneye götürdüler, ne olduğu anlaşılmadı. Bizi oraya götürüken soydular. Nemiz varsa aldılar; hemen uryân denecek bir hâle getirdiler. Mü’essesede tahmînen sekiz bin nüfûs Müslim ahâlî göründü. Bir aralık birer somun ve bir aralık da yahni verdiler. Fakat bunları yiyenlerden kanlı sular akarak iki ay zarfında telef oldular. Yüz elli kadar kalanların mu’ahharan Hacı Ziya Bey’in hânesine götürdüler. Bizim asker geldi, bizi kurtardılar.”

diyerek, Amerikan misyonunun nasıl kullanıldığını ortaya çıkarmaktadır. Zaten Ermeniler Van’dan çekilirken Amerikalı misyonerlerin şehri terk etmeleri başka şekilde açıklanamaz.

 

          Van’da gerçekleştirilen katliamlara Ermenilerle birlikte Ruslar da karışmışlardır.Van’a bağlı Zeve, Mollakâsım, Şeyhkara, Şeyhayne, Ayans, Paksi, Zorâbâd ve daha bir çok köyün Müslüman ahalisi göç edemediklerinden hiçbir fert sağ bırakılmaksızın Ermeniler ve Ruslar tarafından katledilmişlerdir. Ermeniler ve Ruslar girdikleri köylerde vahşiyane zulümler yapmışlardır. Kadınları ve çocukları diri diri yakmışlar, ihtiyar ve genç erkeklerin gözlerini oyarak genç kızlara tecavüz etmişlerdir. Örneğin Aşnak nahiyesinde kadın ve kızlardan on beş tanesini ayırarak bir odaya hapsetmişler ve akşamları eğlenirken bu kadınları çırılçıplak soyarak “Haydi namaz kılınız bakalım, nasıl kılıyorsunuz” diyerek alay etmişler ve nihayet tecavüz ederek çeşitli işkencelerle öldürmüşlerdir.

 

         Yine Van’ın Abbasağa Mahallesinden Firdevs isimli bir vatandaşın ifadesine göre, “çeşitli işkencelerle Müslüman halkın öldürüldüğü, hamile bir kadının karnını yararak çocuğun çıkarıp kafasını kestikleri, girdikleri evlerdeki insanlara saatlerce işkence yaptıktan sonra öldürdükleri, on beş- on altı yaşlarında erkek bir çocuğu çırılçıplak soyarak cinsel organını kestikleri ve daha sonra doğradıkları,  Amerikan misyonuna götürülen kadın ve kızların ırzına geçildiği” anlatılmıştır. Teslim olmak istemeyen ahali  gerek Ermeniler gerekse Ruslar tarafından çeşitli işkencelerle katledilmişlerdir.

 

           Anlatılan şu olay vahşetin boyutunun ne kadar tiksindirici olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

 

         “...İki İslâm kadınını Ermeniler berâber getirmişlerdi. Bu kadınları ortaya getirdiler. Her ikisi de hamileydi. İki Rus askeriyle iki Ermeni geldi. Kadınların karınlarındaki çocukların oğlan veya kız olduğuna dair iki mecidiye değeri üzerine bahse girdiler. Kadınların karınlarını feci bir sûretde kama ile yardılar, birisinin karnından bir oğlan çocuğu çıktı. Diğerinin karnındaki henüz küçük olduğu için anlaşılmadı ve bunun üzerine uzunca bir süre de münakaşa ettiler...”

 

            Evet yukarıda anlatılanlar hikaye değil, bir gerilim filminden kareler de değil! Vaktinde yaşanmış, iz bırakmış, bir milletin onuru ve haysiyetiyle nasıl oynandığının canlı delilleri… Bu delillerden birtanesi de yukarıda sözü geçen, Ermenilerin katlettiği Müslüman Türklerin yaşadığı bir köy olan Mollakasım köyünden ve benim büyük ninem olan Zahide Ninedir. Birebir bu zulmü yaşamıştır ve  büyüklerimiz vasıtasıyla anlattıkları, hafızalarımıza kazınmıştır.

 

            Ermeni işgali esnasında iki çocuklu çok genç ve güzel bir annedir Zahide nine… Eşi, kardeşi, ağabeyi, babası nihayet ailesindeki tüm erkekler askere alınmıştır. Ermeniler köye girdiğinde sadece yanında yaşlı kayınvalidesiyle yaşamaktadır. Ermeni askerlerinin ilk işi köydeki erzak, yiyecek ne varsa toplayıp, himayelerine aldıktan sonra evleri, ahırları içindeki hayvanlarla ateşe vermek olmuştu. Sonra askere gidemeyecek kadar yaşlı erkekleri camide toplayıp tümünü kurşuna dizmişler, hatta bunların içerisinde büyük dedemin ağabeyi olan köyün ileri gelenlerinden, sözü dinlenen alim bir zat da bulunmaktaydı.  Henüz evinde Kuran okurken Ermeni askerlerinin  kapıya dayandıklarını duyar. Ermeni askeri “Sen misin bu köyün söz sahibi?” diye sorar. “Evet “ der. "O halde tek bir şartla bu köyün ve sizin canınızı bağışlarım. Şayet şu okuduğun kitabı ayağımızın dibine getirirsen kimseye dokunmayız!” teklifinde bulunur. Bunu duyan Hacı Ahmet Dede “Sen kimsin ki ben Allah’ın (cc) kelamını senin ayağına getireceğim? Canı veren de bağışlayan da sen değil Allahu Tealadır. Sen bizi korkutamazsın. Biz sadece Allah’tan (cc) korkarız. Bir değil binlerce can bu Kitaba kurban olsu…n” dediği anda Ermeni askerin kurşunuyla şehit olur. Bu olayı izlemekte olan hanımı Ermeni askere saldırır. O da şehit olmuştur.

 

            Evet yaşlıları  birer birer  şehit eden  Ermeni askerleri,  topladıkları genç ve güzel kadınları da kirli emellerinde kullanmak  için kağnılara bindirerek başka bir yere tahliye etmek isterler. Aralarında Zahide nine de vardır. O zamanlar genç ve güzel bir kadın olan Zahide ninenin yanında 2 küçük çocuğu da vardır. Yanında oturan kayınvalidesine döner ve “Ana bunlar senin torunların. Sana emanet… Ben ne için götürüldüğümüzü biliyorum. Canım pahasına buna razı olmam. Ben kendimi çaya (dereye) atacağım. Haberin olsun!” der. Ancak kayınvalidesi “yavrum bunlar beni öldürür bu çocuklarda gavur içinde zer zebil olurlar. Bana bırakma!” der…  Bunu duyan gelin Zahide nine kağnının tam köprüden geçtiği sırada önce küçük oğlunu sonra da büyüğünü dereye atar. Ardından da kendisi atlar. Ermeni askerlerden biri bunu fark eder ve Zahide nineye ateş eder. Omzundan vurulmuştur. Suya düşer. Bir süre su sürükler,  civar köylerden birinin kıyısına atar. Orada saklanan tek tük köylülerden bir karı koca baygın halde bulur. Kan kaybetmiştir ancak hala yaşıyordur. Hiçbir tıbbi malzemesi olmayan köylüler yarasının üzerine at tersi koyarak kanamayı durdurmaya çalışırlar ve nisbeten başarırlar. Rabbimizin biçtiği ömür hala son bulmamıştır. Bu nedenle iki evladını kaybeden Zahide nine askerden dönüşünü beklediği kocası için yaşamaya çalışır. Kendisine yardım eden köylülerle birlikte bir süre saklanırlar. Bu arada yiyecekleri kalmamıştır ve yerdeki hayvan pisliklerinin içerisinden ayıkladıkları buğdayları yıkayıp öğüterek suyla karıştırıp bir süre onunla idare ederler. Bu arada Ermeni askerlerinin baskınına tekrar uğrarlar. Kendilerine dokunmasınlar diye kadınlar (Zahide nine ve diğerleri) yüzlerine insan pisliği sürerler. Amaçlarını anlayan askerler bunları öldüresiye döverler. Öldü sanıp  giderler. Günlerce yatak döşek yatarlar ve başka bir yere göçerler. Böyle böyle Türk askeri gelinceye kadar saklanarak yaşamaya çalışırlar. Göç edenler arasında ise o sıralar henüz küçük bir kız olan anneannem vardır. Yolda susuzluktan adım atamayan ve ağlayan anneanneme babası su bulamayınca gölün üzerinde Ermeniler tarafından atılmış şehitlerimiz olmasına rağmen, gözünü ve burnunu kapatarak buradan su içirir yola öyle devam ederler. Çünkü onlar artık muhacirdirler! Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır…

 

            Tüm bunları anlatan  yeterince kaynak, bilgi ve belge varken bunları neden yazdım? Bu ülkede vicdanı sızlamadan, utanıp sıkılmadan “Hepimiz Ermeniyiz!” diyenler… Ermeni Soykırımını destekleyenler… Zeliha ve Zahide nineden, Hacı Ahmet Dede’den onlar gibi binlerce şehit ya da gaziden belki biraz haya ederler diye! Bu anlatılanlar devede kulak ancak bu masal değil! Şimdilerde tekrar vizyona sokulmak istenen, yönetmeni aynı ancak figüranların değiştiği, bu senaryo ve karakterlerin tamamen gerçek hayattakiyle aynı olduğu bir oyun! O günlerden bugüne,  ne içimizdeki ne sınırımızdaki Ermeniler vazgeçmedi! Diğer İslam düşmanı hainlerle birlik olup bir asır sonra dahi olsa başka kimlikler adı altında tekrar saldırmaya devam ediyorlar.

 

           Dünya…

           Nesli  tükenmesin diye fok balıklarına büyük ihtimam gösteren dünya...   

           Katledilen Müslüman olunca kör, sağır,  dilsiz dünya!

           Bizler…

           Dedeleri Ermeni çeteleri tarafından şehit edilen, ninelerinin namusuna kastedilmek istenenlerin torunları…

          Yaşayan belgeleriz! Ömrümüz oldukça bunu unutmayacağız unutturmayacağız… Ahımızın yerde kalmayacağını biliyoruz. Tıkpı diğer mazlum Müslümanların kalmayacağı gibi! Ümitvarız… Çünkü Allah’ın (cc) vaadi var…

 

            Zâlimlerin yapmakta olduklarından Allâh'ı gâfil sanma! Onları ancak, gözlerin yuvalarından dışarı fırlayacakları bir süreç için erteliyor…” (İbrahim/42)

 

 

           

                                                             Serpil Başer


Diğer Haberler
ŞEHRİN EN UZAK YERİNDEN KOŞARAK GELEN ADAM
Abi, Hayat Sevdiklerine Sevildiğini Hissettirmeyecek Kadar Uzun Değil ki
Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu ve İslâmî (B)İlim’e Geçme Talebi
Kıble İstikametli Yol Nedir?
ATATÜRK’ÜN ERDOĞAN’A HİTABESİ
İslâmî B/ilim – Bilimsel Bilim Karşılaştırmaları (1)