SEVDİ, YANDI, SUSTU KADIN

12 Mart 2015, 16:34
Sonra kimseye sezdirmeden kendi kalbimize sarılıyoruz

Bir söz aradın... Öyle bir söz ki, içindeki ülkeye ait ne varsa hepsini kalıbına sığdırsın, sonra muhatabının yüzüne savursun diye kavruldun. Günlerce yandın, sonra günleri haftalara, haftaları aylara ekledin, ekledin lakin o kelimeyi bulamadın. Bugün kâr etmeyince, gerisin geriye çağları gezdin, şairlerin, şairelerin mısralarında kulaçlar attın, akımlar, nesirler, derken bocaladın; eyvah dedin ne çok acı, ne çok kayıp, ne çok ihanet, ne çok yalnızlık... Kalbindeki acıyı sığdıracak bir tek kelime ararken asırlarca birikmiş acılarla çoğaldın... Tek kelimenin yetmediğini anladın... Çoğaldığın acıların tam ortasında nar gibi kendi acına saçıldın, dağıldın. Toparlanamadın...

Kelimelerin kifayetsiz olduğu noktada boğum boğum oldun. Beni bu havalar mahvetti diye içlenen şairle aynı havalarda alabora oldun;  seni de kalbinden vurarak gitti en bi sevdiğin kalbine indirip yumruğunu, yağmurlu bir gecede önünden geçip giden gemilere bakıp aynı şiiri savurdun gökyüzüne ?Pek çok giden memnun ki yerinden dönen yok seferinden' dedin...  Dönsün istedin mi, dönse teslim olur muydun bilemedin, bu bilmeyişle Yahya'yı düşündün, o dönsün istemiş miydi diye çırpındın. Cevap alamadın, o vakit anladın cevapların da önemi yoktu yanmanın tahtında. Böylece teslim oldun ateşe, kimse bilmedi ateşindeki gül kokusunun seni hayatta tuttuğunu, o vakit İbrahim'e selam ettin.

Elinin hamuruyla değil, yüreğinin yangınıyla yoğurdun ömrünü. Yine de o bir tek kelime uğruna binlerce kelime doğurdun yüreğinden. Sancılı, diyetli... Onu da herkes dilediği gibi anladı, incindin. Gitmek isteyip de bir türlü çekip gidemediğin isimlerin eşiğinde başını iki elinin arasında aldın. Çekilecek çilem var dedin, kalbindeki çile çıtırdadı, tam ortadan ikiye ayrılırken aktı kırmızı bir kan kadar cazibeli mürekkep yazdıkça yazdın, herkes kelam devşirdiğini sandı oysa sen yandın, yandıkça yandın...

Gidene ağlamadın, anlamayana öfkelenmedin; seni yakıp yıkan nazar bunlar değildi, bunlar olmadığını anlayacak yiğitlerde yoktu etrafında. Seni yakıp yıkan onursuz isimlerin sahte yaşamlarına tanık olmaktı. Suçladın kendini, dilinde Allah olana, gönlünde taht verdiğine... Dostun hançerine, kardeş dediğinin ihanetine, yâr dediğinin ağyar oluşuna yıkılmadın; lakin sen kalbi ile yaşayanlardandın, bununla haşrolacağını bildin; kalbindeki yaralara dokundun bir bir... Onları bırakanların sandığının ötesinde dünyalarının oluşlarına ağladın, yalana hak diyişine içlendin. Yalan yere yemin şeytandan mirastı değil mi diye secdeye kapıldın, yaralarını Allah'a havale ettin...

Boynuzsuz koyun boynuzlu olandan hakkını alırmış, böylece o tek kelime için bin kelime sunan Rabbe, sığındın... Bir metinde kimin kendini bulabileceğini, bildin. Sen kadın dersin, okuyan erkek ise kendi yarasını koyar ortaya ona hitaben okur. Sen adam dersin, muhatabın kadın ise öyle okşar kelamı kendini bulur... Zaten denilmez mi her âdemin içinde bir Havva, her Havva'nın içinde bir Âdem kudurur... O bir kelime uğruna ya Rab, kal ne çok ıstıraba tutulur...

Böylece bıraktı kadın olanca yolculuğunu, sitemi, nazı, niyazı... Oturdu bugünkü tahtına... Dışarıda mart yağmurları camına vururken, bu mart bir başka martın bugününü hatırlatırken ve içinde olanca çile kırılırken kavradı kalemini... Oysa bir kadının elleri, önce mutfağına dokunur, sonra saksılarındaki toprağın ıslaklığına, dahası çiçeklerinin nemli yapraklarına... Bir çocuğun yanağına, bir yaşlının ömürlük kırışıklıklarına, bir örtünün duasına, bir seccadenin huzuruna... Hepsinde kadın kendine dokunur, kendi iç âlemine, söyleyemediklerine, anlatamadıklarına... Öyle yaptı kadın, kendine dokunduğu her şeyin ardından kaleme tutundu, yazdı bildiler, o yandı... Sonra kimseye sezdirmeden, kendi kalbine sarıldı. Sımsıkı... Sıcacık, ben hep buradayım der gibi...

Sustu kadın, kalbinde külfetli, derin, unutulmaz bir acının sızısını hissedince. Zaten susmayı öğrenmiş bir kadın, acısının kalbinden tutup da çekilmeyi iyi bilir köşesine... Zemheri ayazı, bir o kadar cehennemi hissetti kadın. Kendini hem yedi kat yerin dibinde hem sekiz kat göğün üzerinde görünce irkiliverdi derinden. Susmayıp da ne yapsın kadın, yaralarını okşamayı öğrendi, hesap yapmamayı, kapatıp kapısını, kendine sığınmayı öğrendi; kendine sığınırken bir tek Rabbine yalvarmayı öğrendi. Unutmayı dilemedi hiç ama ummamayı öğrendi. Ummak felaketti çünkü kırılan ne varsa kadının içinde ummduklarındandı. Bu yüzden tövbe etti, ummaya... Gözleri bulut bulut, perde çekmeyi öğrendi acılarına... Kadın, her şeyi öğrendi unutmayı öğrenemedi... Acılar hiç mi yorulmaz dedi, yağmurlar yağarken gözlerinin göğünden gönlüne... Cevap alamadı, kalbi paramparça oldu... Acılar yorulmadı, kadın yoruldu. Yumuldu kalbine, ağladı gönlünce... Sustu kadın, ağır, sancılı, külfetli bir susuştu bu... Ötesini mahşere sakladı.

Eda BİLDEK

Diğer Haberler
VİCDAN AYNASINDA SUÇ VE CEZA
KADINLARI ANLAMADINIZ
Peki, Neden Çağımızda Kendi Kendini Öldürür Kadınlar?
NEDEN HZ. MUHAMMED (s.a.v)
Aşkını Kaybetmekten Korkuyorum
ÜMMET DARAĞACINDA RESULÜN EMANETİ YASTA
BERKİN DE BURAK DA BENİM EVLADIM; BİZ BİR YERLERDE HATA YAPTIK
GÜNLERDEN 28 ŞUBAT VE O ARTIK TOPRAK KOKUYOR